Birbirlerinden beslenen iki ana grup Türkiye’nin üzerine çökmüş durumda. Şu kendilerinin solcu, özgürlükçü olduğunu şehvetle iddia eden liberaller ve AKP zihniyetinin düşünce üreticileri.

Her iki grubun da bayağılaştırarak içini boşalttıkları çok sayıda kavram var. Örneğin basın özgürlüğü. Onlara sorsanız çok özgür bir ortamda yazıp çizebiliyorlar. Başbakana istedikleri eleştiriyi yapabiliyorlar, Başbakan da onları önemsiyor, yanıt veriyor, olmadı hakaret davası açıyor ama ifade özgürlüklerine dokunamıyor. Hatta neredeyse demokrasi mücadelesi yaptıklarından ödüllere bile boğuluyorlar. İçerdekiler ise gazetecilikle bağdaşmayan işlere bulaştıkları için kodesteler!

Bir diğer göz bebeği konuları da etnik ve dinsel kimliklerin özgürleşmesi. Kendi kendilerini Müslüman olmayan grup, cemaat, toplulukların en önde gelen savunucuları olarak ilan etmiş durumdalar. Kürtlerin haklarının da Kürtlere bırakılamayacak kadar önemli bir demokrasi meselesi olduğundan eminler.

Ama özellikle liberaller geçmişte başka bir ülkede cereyan eden bir sürecin fena halde taklidi gibiler. Sanırsınız hepsi ellilerin altmışların Fransa’sında Cezayir meselesi yüzünden iktidarla ters düşen Fransız entelektüelleri. İkide bir ‘manifesto’  değerinde yazılar, ‘iktidara açık mektuplar’ olmadı ‘suçluyorum’ haykırışları altında döktürüp duruyorlar.

Türkiye’de geniş kesimlerce Milan Kundera’ nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanıyla bilinmeye başlanan ‘kiç’, en yalın anlamıyla bayağı ve taklit olanı belirtir. Almanca kökenli sözcük, ‘ilkel yollardan duyguları harekete geçirmek isteyen sözde sanat eseri, sanatsal değeri olmayan değersiz eser, bayağı şey, zevksizlik’ olarak  tanımlamakta.

Kiçin bayağılığını sağlayan çok önemli bir özelliği değerli olduğu sanılanı taklit etmeye çalışması. Bu yüzden bir şeyi kiç diye nitelemenin seçkinci bir yanı olduğu da açık ama bu bir paradoks içeriyor. Bir şeyi ancak onu değerli bulanlar taklit edeceğinden, taklit edenin taklit ettiğini kendisinden üstün olarak görmesi gerekiyor. Böylece seçkinciliği, kendisini seçkin olarak kabul eden değil, onu taklit eden kurmuş olmaktadır. Kiçi bayağı kılan, onu üretenlerin bayağı olmaktan çok korkup seçkin olduğunu sandıklarını taklit etmeye çalışmalarıdır.

Her kiç üretimi kendi seçkinini kendisi kuruyorsa, bir tür zincirleme reaksiyonla bir zaman kiç olarak kurulanın daha sonra kendi kiçlerini  üretilebilmesi mümkündür. Her taklidin kendisini taklit edene üstünlük kurduğu bu hal basitçe bayağılığın yaygınlaşıp kitleselleşmesi demektir.

Her iki grubun da taklit ettikleri aslında Avrupa merkezli bir  kültürel politik iklim. İlgi çekici bir tarihsel buluşmanın bileşenleriler bu yüzden. Bir yanda  Kemalist Cumhuriyet’in ilk seçkinleri olan babalarının nüfuzlarıyla gittikleri ve ‘ezilerek hayran oldukları’ Avrupa’lı gibi olmaya özenen liberaller; öte yanda entelektüel fakirlikleri yüzünden ömürleri boyunca ‘batı’ya haset eden ve hasetlerini düşmanlıkla ikame eden dinciler.

Her iki grupta temel olarak ‘Avrupa’lı olmayı taklit etmeye çalışıyorlar. Özentilerinin nesnesi de en çok Kürt kimliği ve diğer etnisiteler. İstiyorlar ki Ermeniler, Yahudiler, Rumlar falan çevrelerinde özgürce dolanabilsinler. Meyhane açabilsinler ki bizimkiler Rum mezesi yiyebilsin, evlerini Ermeni taş ustalarına inşa ettirebilsinler vs vs. Bunlar olunca sömürgenin vicdanı olacaklar ya, dertleri o.

Her kiç, hakiki olanla yüzleştiğinde düşmancıllığını şirret bir yıkıcılığa dönüştürüverir. Liberallerin, sosyalistler karşısındaki bitmez tükenmez nefretlerinin kaynağında bu var. Çünkü hakiki olan yok edilirse, taklit kendisini hakikilik olarak kurma imkanı bulabilecek.

Somut örnekler verilebilir. BirGün kapansa Taraf kendisini solcu diye yutturabilecek, Ahmet Şık, Nedim Şener silinse, Ahmet Altan, Mehmet Baransu gazeteci olarak çalım atabilecekler. Sevağ Balıkçı olayı kapansa Can Bonomo üzerinden hoşgörü güzellemesi alıp yürüyecek.

En çok BirGün’e öfkelenmeleri, Şık, Şener ve diğer gazetecilere bin kulp takmaları bu yüzden. Ama olmuyor işte, taklit ederken kiçleşiyorlar ve maalesef bayağılığın yaygınlaşıp, kitleselleşmesinden başka bir işe yaramıyorlar.