(Üç yaşında giden Lorin için) Bundan yarım asır evveli, bir kış mevsimi ve akşamüstü, Erzincan’ın eski çarşısında, şalvarlı, omuzları lekanlı bir kafile, ellerindeki yağ, çökelek ve diğer öteberiyi, mum, gazyağı, şekerle takas edip, Şahverdi’ye doğru yola çıkıyor. Erzincan’ı saran dağları, Munzurlar’a çıkıp, üstten önce Mercan’a girecek, sonra Şahverdi’ye ulaşacaklar. Yolda bastırıyor kar, sonra fırtınaya dönüyor, […]

(Üç yaşında giden Lorin için)

Bundan yarım asır evveli, bir kış mevsimi ve akşamüstü, Erzincan’ın eski çarşısında, şalvarlı, omuzları lekanlı bir kafile, ellerindeki yağ, çökelek ve diğer öteberiyi, mum, gazyağı, şekerle takas edip, Şahverdi’ye doğru yola çıkıyor.

Erzincan’ı saran dağları, Munzurlar’a çıkıp, üstten önce Mercan’a girecek, sonra Şahverdi’ye ulaşacaklar. Yolda bastırıyor kar, sonra fırtınaya dönüyor, göz körelten, bıçak keskinliğinde. Kafilemiz bir süre hızlı ilerliyor, karı yara yara, beyaz okyanusta beş adam. Ama kar da inatçı, hızla tipiye dönüyor. Gecenin henüz başındayız ve kurt ulumaları da tipiye eşlik etmeye başlıyor. Kafilemiz yorgun, hepsinin tek tek vücutları baştan aşağı ter içinde, tatlı bir uyku, hiç fark ettirmeden yavaşça hepsini sarıyor, anlıyorlar: Soğuktan donacaklar.

İçlerinden biri -yaşlı olanı olmalı-, donma tehlikesinin çoktan farkında, ‘ha gayret, az sonra köyün ışıkları yanar’ deyip duruyor, ama ötekiler sadece fırtınanın ferah müziğini işitiyor. Her an herkes kendini yer döşeğine atabilir, işte biri bıraktı bile cüssesini yumuşacık yere, evinde gibi uzanmaya başladı. Kurt ulumaları artık daha yakın.

O yaşlı da umut bitmemiş daha, ‘biraz daha yarın, direnin’ deyip duruyor hâlâ, Ama artık kelimelerinin hiçbir tesiri yok. Sonra o adam, ‘eğer böyle ölürseniz, bizi bulanlar ardımızdan ‘bunlar da hiç direnmemişler’ diyecek’ deyiveriyor. Bu sihirli sözler, o an herkesi canlandırıyor. Yere uzanan dirildi birden, gözlerini açtı, kalktı, silkeledi bıyığındaki karı, yürüyüş yeniden başladı, sanki ilk kez yürüyorlar. Ve sonunda varıyorlar Şahverdi’ye, geride kurt ulumaları.

Koca bir ülke kaç gündür kar altında, yeni bir yıla girdik, herkes sevinç içinde. Hiçbir günü acı, ölüm, iş kazasıyla geçmeyen ülkenin her tarafından trafik kazaları ve ölüm haberleri geliyor. Şu geçen hafta ölenler içinde üç yaşında bir çocuk, Lorin bebe de var.

Kar, salt yolcular için değil, dağlar için de ölüm demektir. Bir mağara içinde, ‘yasadışı kişiler’ kıstırıldılar, bir kaç gün içinde de öldüler, adı haritalarda olmayan bir yerde. Bir ay evvel ise yazlık giysileri içinde, ilk karın atmasıyla, Pülümür’de nöbette iki asker bir anda donup kaldı, hatırladınız mı?

Kar ne güzeldir, bembeyaz ve yumuşacık, her çirkinliği örter, çocukları mutlu eder ve kar ne korkunçtur, insanı, hayvanı, havadaki kuşu bile bir anda nefessiz bırakır, boğar. Ve toprağından ekmeğini çıkaran insancıkların hep yüzünü güldürür.

Bundan tam kırk yıl evveli, biz çocukken, ‘Munzur’un her yıl bir can aldığı’ -büyük bir sır gibi- söylenirdi. Orada, tüm sular kutsaldı, hepsi ziyaret suyuydu. Ah şu sefil insanlar, suyu korumuyor, her gün daha kirletiyordu. Munzur bundan aramızdan birini almaya yemin içmişti.

Ülkenin dereleri, suları, havası, şu son yirmi yılda ne çok kirletildi, termik santralıyla, barajıyla, yer, gök, toprak kuşatıldı, böcekler, balıklar, ağaçlar soluksuz kaldı. Limak’lar, Cengiz’ler, Kolin’ler, Kalyon’lar, aldıkları rekor ihalelerle, doğayı katlettiler. Bu muhteşem, bu kutsal doğa, intikam alıyor bizden, yoldakinden, dağbaşındakinden, hepimizden, yeminine sadık kalıyor.

Tuttuğumuz yas, eski bir çağda bir dağ geçidinde sıkışanların, nöbette donanların, adsız ötekilerin, Lorin bebenin de değil, yaşayanların, henüz doğmamışların yasıdır, nefsine, kâr hırsına yenilmiş insanın yasıdır. Bir yeni senenin daha devriyesindeyiz. Eğer böyle giderse, bu ülkenin yeri ve göğü, suyu ve ormanı, balığı ve kuşu hepten nefessiz kalacak, bizden sonraki kuşaklar -yarım yüzyıl evvelki hikâyattaki ol yaşlı adam gibi-, ‘bunlar da hiç direnmemişler’ diyecek.