Bir kişisel gelişim safsatası olarak “pozitif düşünce”

Kişisel gelişim retoriğinin çekirdeğini çözümlediğimizde basit bir şablon elde edebiliyoruz. Çoğu kitap ve motivasyon semineri, üç aşağı beş yukarı, “hedeflerini belirle, kendini motive et, disiplinli ol, önemli şeylere odaklan, tutarlı ol, pozitif ol, aksiyon al” ekseni etrafında dönüyor. Bu şablonun çeşitli alt kümelerini kullanarak, biri liderliğin yedi adımını, diğeri girişimciliğin püf noktalarını, öteki romantik ilişkilerin sistemini, beriki de zenginlik ve başarının formüllerini satıyor. Yerseniz…

Şimdi… Herkes ateşin yaktığını, yağmurun ıslattığını veya sonbahardan sonra kışın geldiğini bildiği gibi çok başarılı olmak için disiplinli bir şekilde çalışmak gerektiğini de bilir. Yani ben kimsenin bu kitapları okuyup “Ne?!! Disiplinli olmak mı?? İlk defa duyuyorum. Ben disiplinsiz olarak da CEO olabileceğimi zannediyordum. Çok şaşkınım şu an. Başından beri her şeyi yanlış yapıyormuşum. Teşekkürler Mümin Sekman, ufkumu dörde katladınız” falan dediğini zannetmiyorum. Veyahut hiç aksiyon almadan, sabahtan akşama kadar evde oturup zengin olmayı bekleyen birinin olduğunu da… Diyeceğim, kişisel gelişim kitaplarındaki bu kutu içine alınmış slogan sözlerin büyük bir çoğunluğu zaten yüzlerce yıldır bilinen gündelik sağduyu bilgileridir (common sense knowledge).

Kişisel gelişim şarlatanları bu amiyane bilgilerin arkasında sanki çok komplike sistemler varmış ve aslında insanlar bu “aşırı bilimsel” formülleri bilmedikleri için zengin olamıyorlarmış gibi ambalajlayıp pazarlıyorlar (common sense deliberately made complicated). Disiplinli olmak ya da aksiyon almak gerektiğini bilen ama her nedense uygulamasını beceremeyen insanlara sundukları sözüm ona çok bilimsel sistemler tamamen fasaryadan ibarettir. Zira, daha evvelki yazılarımda izah ettiğim gibi, kişisel gelişim modellerinin gerçekten işe yaradığına dair, “bizim bir arkadaş çok faydasını görmüş” ve benzeri lakırdıların ötesinde, hiçbir objektif kanıt yoktur.

“Pozitif düşüncenin gücü” safsatası

Pozitif (ya da olumlu) düşünce, kişisel gelişim kitaplarının olmazsa olmaz safsatalarından biridir. Pozitif düşüncenin önemine dair sağdan soldan alıntılar, slogan sözler, yerli yersiz metaforlar, kutuya alınmış cümleler olmadan yazılmış bir kişisel gelişim kitabının editörden geçmesi çok zordur. Bakalım milyonlarca kitap satan, yüz binden fazla kişiye seminer vermiş, bugüne kadar 21 kitabı yayımlanmış, özetle kerameti kendinden menkul Mümin Sekman denen kişisel gelişim uzmanı konuyla ilgili ne diyor:

“…eğer insan olumlu düşünür, sevgiye dayalı ilişkiler kurup anlamlı bir hayat yaşamaya başlarsa mutluluk o insanın peşini bırakmaz. Mutluluk insanın kendi tercihiyle elde edeceği bir zihin durumudur. İnsanın mutlu olması için önce mutlu olmayı seçmesi gerekir.”

Buna göre; abartarak örnek veriyorum, oğlunuz üniversite masraflarını çıkarmak için inşaatta çalışırken “kaza sonucu” öldüğü için mutsuz iseniz, mutlu olmayı tercih etmediğiniz için öylesinizdir. Pozitif düşünce deyince akıllara Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabı gelir. Viktor Emil Frankl, dört Nazi toplama kampından kurtulup hayatta kalmayı başarmış bir nörolog ve psikiyatrist. Frankl, genel olarak argümanlarına katılmadığım, otobiyografik kitabında toplama kampları deneyimi üzerinden hayat hikayesini ve varoluşsal terapi teorisini anlatır. İnsanların, şartlar ne kadar zor olursa olsun, en ağır acılardan bile sıyrılıp hayata tutunmaları gerektiğini söyler. Özetle “hayat size limon veriyorsa limonata yapın” der.

POZİTİF DÜŞÜNCENİN GÜCÜYLE BİLL GATES OLMAK

Fakat aynı kitapta şöyle ilginç bir çözümleme de vardır. Nazi toplama kamplarında tifüs, tüberküloz vs. gibi hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin özellikle Noel zamanı arttığını biliyoruz. Tarihsel veriler ve anlatılar, Noel zamanı çalışma koşullarının özellikle ağırlaşmadığını, hava durumunun özellikle o dönemde daha kötüye gitmediğini veya beslenme standartlarının o haftalarda değişmediğini de gösteriyor. Frankl, kitabında, ölümlerin ekseriyetle Noel zamanı artıyor olmasının sebebinin dayanaksız pozitif düşünceye bağlı direnç kaybı olduğunu öne sürer (s.97). Kasım aylarında mahkûmların çoğu, Noel’e doğru savaşın biteceği ve herkesin evine gidip ailesine kavuşacağı yönünde naif bir düşünceye kapılırmış. Frankl, bu mesnetsiz ve bulanık iyimserliğin mahkûmların hem sosyal hem de biyolojik dirençlerini düşürerek onların mücadele gücünü azalttığını gözlemlemiş. Hayatta kalanların çoğu toplama kampının gerçeklerini idrak edip mücadeleyi bu yönde sürdürenler olmuş.

Mesela kapitalizm çalışan herkesin zengin olabileceği hayalini satar. Ancak “fırsatlar ülkesi” Amerika’da yukarı doğru sınıfsal hareketlilik (upward class mobility) yüzde 4 civarındadır. Yani en alt gelir grubundan başlayanların sadece yüzde 4’ü en üst gelir grubuna çıkabilmektedir. Ya da tam tersinden, eğer yoksul bir işçi ailesine doğduysanız çok yüksek bir ihtimalle hayatınızı başladığınız yerde bitireceksiniz demektir. Zaten “Amerikan rüyası” tam da bu yüzden bir “rüya”dır. Nüfusun yüksek çoğunluğu için kapitalist gerçeklik, saçma sapan işlerde karın tokluğuna çalışıp ölümü beklemektir. Sistem değişmediği müddetçe istediğiniz kadar pozitif düşünün bu gerçek değişmeyecektir.

Arthur Miller’in Pulitzer ödüllü “Bir Satıcının Ölümü” oyununda Willy Loman, kapıdan-kapıya pazarlama yapan tipik bir girişimcidir. Amerikan “rüyası” Willy’yi, hedeflerini belirleyerek, kendini motive ederek, disiplinli çalışarak günün birinde çok zengin olacağına inandırmıştır. Willy hayatı boyunca bu (dayanaksız) pozitif düşünceyle deli divane gibi çalışır; fakat ne Du Pont olur ne de Rockefeller. 63 yaşında hasta yatağında son nefesini verirken Willy eşine 25 yıl boyunca taksitlerini ödedikleri evlerinin borcunun nihayet bittiğini söyler. Willy, hayatını Amerikan rüyasının peşinde koşarak harcamış (get rich or die tryin’) ama ölürken elde edebildiği tek şey bir dört duvar olmuştur. Yaşadığımız düzende milyonlarca insanı bağlayan gerçeklik işte budur.

Yapılması gereken, içinde yaşadığımız sistemin gerçeklerine yönelik örgütlü mücadele etmektir. İnsanlık tarihi sınıfsal mücadeleler tarihidir, bireysel başarılar tarihi değil. Örgütlü mücadeleyle, sendikacılıkla, kamuculukla, kooperatifçilikle, katılımcı demokrasiyle somut kazanımlar elde edildiği için sistem bu kanalları engellemeye çalışır zaten. Aynı şekilde, kişisel gelişim safsatalarına da aslında hiçbir işe yaramadıkları için müsaade edilir. Nasıl mütedeyyin işçiler “öteki dünyada kralsın” vaadiyle pasifize ediliyorsa, eğitimli beyaz yakalı işçiler de “Mümin Sekman’ın başarı modelini uygularsan sen bu dünyada da kral olabilirsin” safsatasıyla yatıştırılıyor. Sihirbazlıkta numaranın çekilmesi için insanların yanlış yere odaklanması sağlanır. Kapitalizmde herkesin her şey olabileceği düşüncesi işte böyle bir illüzyondan ibarettir (red herring). İnsanlar kişisel gelişim, yaşam koçluğu, NLP, reiki ve benzeri safsatalara odaklanırken dünyanın en zengin 26 kişisi en alttaki 4 milyar insan kadar servete sahip olmuştur. Başarı modelleri uygulayıp o yirmi altı kişiden biri olmak dayanaksız bir pozitif düşüncedir. Fakat çarkın dönmeye devam etmesi için sizin, tıpkı Willy Lo(w)man gibi, o rüyanın peşinde koşmaya devam etmeniz gerekir.