İskender Yurttutan’ı,

İskender Yurttutan’ı, nam-ı diğer; “Komünist muhtarı” yazmak istediğimde sevgili Zafer Aydın’dan öyle içli iki yazı geldi ki, yerimiz yurdumuz yeterli olsa, ikisine de bu köşede yer vermek gerekirdi. Anlatmak tanımayı gerektirir; benim yapacağım şey, sadece hissetmeye çalışmak olacak. Bana düşen; hissettiklerimi paylaşmak. Komünist Muhtar’a dair yazıları okuduğumda içimin cız ettiğini söylemek durumundayım. O’nun dramatik ve bir o kadar da tanık olunmaya değer öyküsü, ‘bu memleketten kimler geldi geçti’, ‘ne büyük talihsizlik hepsini tanıyamamak’ dedirtiyor insana. Haydi sesli düşünelim: Bencillik değil mi bu? Tanımak isteği, kendi adımıza bir kazanç anlamına gelmiyor mu? Neden, ‘baş edilemez sıkıntılar yaşadığı, kendisini alkole vererek, her şeyi ama her şeyi unutmaya çalıştığı, kimsenin kapısını çalmadığı günlerde yanında olsaydım’, demez hiç kimse?

Aksi vaki değildir ki, Komünist Muhtar yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1960 yılında dünyaya gelmiştir. Ailenin, Bayrampaşa’da başlayan İstanbul serüveni Alemdağ’ a kadar uzanmıştır. Başlarını sokacak bir evlerinin olması kafi gelmemiştir yaşamlarını sürdürmeye, çalışmak hep çalışmak kaderleri olmuştur. İskender kaderini değiştirmeye karar vermiş, komünist olmayı seçmiştir. Ümraniye Lisesi’nin gözü pek,gözünü budaktan esirgemeyen delikanlısı İskender TKP’li olmuş, Üsküdar İlerici Liseliler Derneği Yönetim Kurulu’nda görev almıştır. O yıllarda lisede okuyan tüm solcu gençlerin kaderidir, eğitimini tamamlayamamak. Ya liseyi terk etmek zorunda kalmıştır pek çoğu ya da ite kaka liseyi bitirmişler ama üniversiteye girmeyi başaramamışlardır. Eğitim açısından asıl yitik kuşak 1975-80 arası yıllarda lisede okuyanlardır.

İskender de bu yitiklerden yalnızca birisidir. Her eylemde, her kavgada ön safta olmanı n bedelini liseden ayrılarak ödemiştir. Okul yıllarında sık sık düştüğü cezaevine, 12 Eylül döneminde de uğrak vermiş ama bu sefer biraz ağır ve uzun geçmiştir, emniyet ve cezaevi günleri.

Cezaevi sonrası ise O’nu alkol batağına çeken süreç başlamıştır. İstanbul’u terk etmiş, Bolu’ya yerleşmiş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Bolu’da politik faaliyetlerine devam etmiş ama ne o faaliyetler ‘kesmiştir’ İskender’i, ne de ekmek parası kazanmak için yaptığı işe verebilmiştir kendisini. Hiçbir işi iyi gitmemektedir. Bu günlerde alkol bağlılığı baş göstermiş, kaçınılmaz olarak hayata bağlılığı azalmıştır.

KOMÜNİST MUHTAR
Bolu’da kötü günler geçirdi İskender. Alkolü yenmek ve yeni bir hayata başlamak üzere İstanbul’a geri döndü. İyi de etti. Önce alkolü bıraktı. Sonra belki de en az alkolü bırakmak kadar zorlu bir işe kalkıştı. Alemdağ gibi sağ kesimin, hatta MHP’lilerin yoğun olarak bulunduğu bir mahallede muhtarlığa adaylığını koydu. ÖDP’liydi o sıralar; evet komünistti ama hepsinden önemlisi bunu hiç saklamadı, gizlemedi; kimsenin suyuna gitmedi. “Komünistim ve oyunuzu istiyorum” dedi ve kazandı seçimi. “Bir komüniste oy verdim, Allah affetsin!” diyenler bile oldu. O’na oy verdiği için kimse pişman olmadı. Mahallenin dert babası oldu. Kocasından dayak yiyen de, çocuğunu okula kaydettirmek isteyen de, para derdine düşen de kapısını çaldı. Belki herkesin sorununu çözemedi ama oturup herkesle ağladı.

ALEMDAĞ ÇİĞDEMİ
Neler mi yaptı Alemdağ’da? Kadın evi kurmak için de uğraştı, içme suyu için de. Alemdağ’ın tarihini bir kitapla tescilledi. Alemdağ Çiğdemi’ni dağlarda günlerce dolaşarak buldu. İstanbul Üniversitesi Botanik Bölümü’ne götürdü, onay aldı ve literatüre Alemdağ Çiğdemi’ni ekletti. Mahalleye kütüphane kurmak için kollarını sıvadı; kitapla, kütüphaneyle tanıştırdı yoksul çocukları. Kaymakamlıktan aldığı kömür ve yiyecek yardımları nı kendi elleriyle dağıttı, hak yemedi. Muhtarlık işlerinden tek kuruş para almadı. Çocukların bitini ayıkladı saçlarından. Çingenelerin abisi oldu, Kürtlerin dostu, uyuşturucu ve arazi mafyasının belalısı.

Az buçuk muhtar maaşını bile yoksullarla paylaştı. Rantiyenin gözü mahallenin üstündeydi. İstese çuvalla para kazanırdı. Boğazından haram lokma geçirmedi. Gelen “ahlaksız tekliflere” karşı gösterdiği öfke, dik başlılığı, sözünü esirgemez hali nedeniyle “komünist” lakabının yanına bir de “deli”yi yazdırdı. Bir keresinde, mahallede faşist bir partinin mitingine giderek, “Ben bu mahallenin komünist muhtar adayıyım. Bu bölgenin gençleri uyuşturucunun pençesinde. Eski bir alkol bağımlısı olarak onların geleceklerini görüyorum. Bu uyuşturucuyu da sizin yandaşlarınız dağıtıyor. Buradaki analara ne diyeceksiniz?” diye sordu. Kimseden ses çıkmadı. Çünkü O, hem deliydi hem de komünist. Mahallede alkolle başı belada olanlardan bir futbol takımı kurdu. Takım hiçbir maçını kazanamadı ama kendilerine her faul yapanı sarılıp öptükleri için turnuvanın en centilmeni seçildi.

Belki hataydı, İskender’i muhtarlıktan ayırmak. 2004 seçimlerinde Yeni Türkiye Partisi’nden belediye başkanlığına adaylığını koydu. Sıfır bütçeyle yürütüldü seçim kampanyası. Seçimi AKP kazandı, İskender üçüncü sırada bitirdi. Muhtar da değildi artık. Binbir zorluklarla başlattığı projeler yarım aldı. Kütüphane kapandı. İskender’in mahallede yaptığı ne varsa dağıtıldı. Ekonomik sıkıntı baş gösterdi; yeni iş arayışları başladı, sonuç alamadı. Yeniden alkole sığındı.

Hayata veda etmek zamanının geldiğine inandı, intihar etti. Bu sonu dramatik bulan olabilir, doğrudur. Ama O, hiç kimseyi, hiçbir zaman işine karıştırmadı ki. Bu defa da öyle yaptı; verdi kararını, kendi göbeğini kendi kesti.

Cenazesi için Alemdağ’a gitmek üzere yola çıkan arkadaşları evi bulamayınca adres sorarlar, yolda trafik kontrolü yapan jandarma ekibinden. Jandarma başçavuşu “Kışlanın karşısına gidin. Orada pos bıyıklı eski bir muhtar var, o size yardımcı olur” der. Yol soranlar, pos bıyıklı muhtarın cenazesi için geldiklerini söylediklerinde başçavuş şaşırır, üzülür: “Yapmayın yahu, Komünist Muhtar öldü mü? Çok kıyak adamdı. Biz onu çok severdik'' cümleleri dökülür yarım yamalak, dudaklarından.

‘Yeldeğirmenlerine saldırdığını’ yazmış, duygu dolu yazısında arkadaşı Gültekin Uçar. İskender gibiler için hep bu ifade kullanılır değil mi? Suçlayacak mıyız şimdi yeldeğirmenlerine saldıranları, yoksa haddinden fazla gerçekçi olan biz miyiz? İskender’in kendi sehpasını tekmelemesinin nedeni bu olamaz mı?