Neoliberal düzenleme rejimine eleştirel yaklaşımın emaresi bile görünmezken, emeğin örgütlenmesinden/haklarından, dumura uğratılan sendikalaşmadan, hatta ağır saldırı altındaki “demokratik kitle örgütlerinden” bahis yok.

Bir kurultay ve içerik analizi

Oğuz Oyan

CHP’nin 37. Olağan Kurultayı'nın önceki kurultaylardan çok farklı olduğu, bunun bir “iktidara yürüyüş kurultayı” kimliği taşıdığı ve bu nedenlerle özel bir önem atfedilmesi gerektiği üzerine çeşitli yorumlar yapılıyor. Aslında CHP yönetimi de bunun böyle anlaşılmasını istiyor ve bu yönde çabalıyor.

Bu ne derece haklı bir yaklaşım? Eğer 37. Kurultay'da “İkinci Yüzyıla Çağrı Bildirisi” başlığını taşıyan bir bildirge (beyanname) yayımlanmış olmasına bakarak bu değerlendirme yapılıyorsa, hemen her olağan CHP kurultayında bu tür sonuç bildirgeleri açıklandığını ve birçoğunun da daha katılımcı ve daha iyi hazırlanmış metinler olduğunu belirtmemiz gerekir.

“İktidara yürüyüş” gibi iddialı bir hedef bağlamında CHP’nin ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına çağrı yapmaya ayarlanmış gözüken bir bildirgeden beklentilerin de yüksek olacağını öngörmek gerekecektir. Peki bu bildirge bu beklentileri karşılamış mıdır?

Bu soruya yanıt vermeden önce, CHP liderliğinin kurultay öncesinde üç ayrı metin ürettiğini ve kurultay bildirgesinin de bunların uzantısında olduğunu vurgulamalıyız. Bu metinlerden ilki CHP Genel Başkanı’nın 22 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan ve 16 çözüm önerisini de içeren makalesidir. İkincisi, 18 Mayıs’ta CHP liderince açıklanan gene 16 maddelik bir öneri paketidir. Madde sayısı aynı olmakla birlikte bu iki öneri metni arasında farklılıklar olduğu, ikincisinin biçim ve içerik açısından birincisinden daha zayıf olduğunu daha önce değerlendirmiştik (Bkz. Sol Portal, 26 Mayıs ve 2 Haziran 2020 tarihli yazılarımız).

Kurultaya altı gün kala CHP liderinin 19 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te yer alan makalesi, bu defa ana eksen olarak “devletçilik” konusunu seçiyor ve 7 maddelik bir öneri paketiyle tamamlanıyordu. Bu yazı, CHP’nin tarihsel olarak deneyimlediği “devletçilik” uygulamasından çok farklı bir yere işaret ediyordu. Yazının sonucunda ifade edilen “sosyal devlet devletçiliği” amorf bir ifade olarak (kavram değil) belki anlamsızdı, ama yeni CHP yönetiminin konuyu bağlamak istediği yer bakımından son derece anlaşılırdı!

Nihayet son olarak Kurultay’da kabul edilen 13 maddelik “çağrı” metni gelmektedir. Bu metinde yer alan öneriler/çağrılar, önceki önerilerle önemli ölçüde örtüşmektedir. Ancak 22 Nisan yazısının izleyen tüm metinlerden temel farkı, benzer fakat görece daha köşeli önerilerinden ziyade neoliberal politikaların küresel düzlemde yol açtığı yıkımlara kimi eleştiriler getiriyor olmasıydı. Gerçi 22 Nisan metni de neoliberal paradigma dışına çıkışa dair herhangi bir program önerisini içermiyordu ama neoliberal yıkıma karşı eleştirel bakış dahi sonraki metinlerde kaybolmaktaydı.

'İKİNCİ YÜZYILA ÇAĞRI'

Kastedilen “ikinci yüzyıl”dan, 2023’ten itibaren hem CHP’nin hem Cumhuriyet’in ikinci yüzyıl dönümüne girişi anlaşılmalı. Ama Cumhuriyet’in, ilkeleri, devrim yasaları ve kurumları bakımından iğdiş edildiği birinci yüzyıl sonunda girilecek “ikinci yüzyıl” acaba hangi olasılıklara açılacaktır? Özellikle laikliğin her alandan silindiği; eğitimin, kamu idarelerinin, yargının giderek daha fazla dinselleştirildiği ve AKP rejiminin tahakkümü altına sokulduğu bir Türkiye’de, yaşanan tahribat ne ölçüde onarılabilecektir? CHP’nin de bu tahribattan nasibini aldığını, laiklik sözcüğünü telaffuz etmekten bile kaçındığını göz önüne alırsak, “dostlarla” yani sağ partilerle kurmayı tahayyül ettiği iktidar perspektifinden ikinci yüzyıla ne gibi çağrılar yapmaktadır acaba?

13 Maddelik çağrıda 22 Nisan sonrasindaki metinlerde yer almayan iki madde bulunuyor. Biri, ikinci maddede dile getirilen Kürt sorunu ve onunla bağlantılı olarak barış ve huzur konusudur. Gerçi CHP 2013’ten beri Kürt sorununun TBMM'nin çözüme kavuşturması gerektiğini ifade etmektedir. Çağrı metninde yer almasının Kurultay dengeleri bakımından anlamı olduğu düşünülebilir. Ancak 13. maddede dile getirilen, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin ortaklaşa kuracağı “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) önerisinin öncesi yoktur. Bize göre en ayrıksı öneri de budur çünkü diğer önerilerin aksine Batı emperyalizmini rahatsız edecek tek başlıktır. OBİT ile “Ortadoğu’ya barış ve huzur getirme, Ortadoğu halkları ile birlikte kardeşliği sağlama” projesi bize göre doğru yönde atılmış bir adımdır ama CHP yönetimi açısından oldukça cüretkar sayılabilir. Peki bu iki madde yani 2. madde ile 13. madde arasında koşutluk var mıdır? Bu soru, dört ülkenin hepsinde de Kürtlerin etnik azınlık olduğu gerçeği bakımından anlamlılık kazanmaktadır. Tabii OBİT Kürtler açısından olumlu mu görülür yoksa kaygı mı uyandırır, o da ayrı bir konudur. Millet İttifakı bakımından da bazı sorunlara yol açabilir.

Çağrının diğer maddelerinde dile getirilenler, özetle, yeni Anayasa ve güçlü bir parlamenter sistem oluşturulması (1); liyakat sistemine geçiş (3); seçim barajının kaldırılması ve milletvekilini genel başkanların değil milletin seçmesi (4) (peki buna şimdi ne engel var anlaşılır değil); siyasi ahlak yasasının getirilmesi (5); Kamu İhale Kanunu ve Rekabet Kanunu’nun değiştirilmesi, israfın önlenmesi, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) ve benzeri sömürü çarklarının devletleştirilmesi (6); Sayıştay’ın gerçek işlevine kavuşturulması, Kesin Hesap Komisyonu ve Ulusal Vergi Konseyi kurulması (7); stratejik planlama teşkilatı kurulması, ihracat odaklı katma değeri yüksek üretime öncelik verilmesi, tarımın stratejik sektör olarak görülmesi (8); eğitimin yeniden yapılandırılması, YÖK’ün kaldırılması, OSB’lerde yatılı teknoloji liseleri kurulması (9); gelecek nesillerin ekosistem hakkının korunması (10); aile destekleri sigortası kurumu kurulması (11); yeni bir merkez-yerel dengesinin kurulması (12)’dır.

Bu önerilerin hemen hepsi, Millet İttifakı’nın mevcut ve potansiyel sağ hareketleri bakımından kabul edilebilir niteliktedir; esasen önerilerden birçoğu, koşulların zorlamasıyla, kendi parti programlarında da yer almaktadır. KÖİ ve geçiş/yolcu garantili yol-köprü yatırımlarının kamulaştırılması meselesi bile, bu konuda uğranılan Hazine zararları dikkate alındığında “ittifak” ortaklarından tepki görmeyecektir. Nitekim, potansiyel olarak ittifakın en liberal hareketi olan Babacan’ın DEVA Partisi bile, programında, kendisinin de müsebbibi olduğu “KÖİ modelinin, faydalanıcıların yaptığı ödemelerle kendini finanse eden projelerle sınırlı tutulması esas olacaktır” notunu düşerek, verilen garantilerle bütçe üzerine yük alınmaktan kaçınılacağını ima etmektedir.

Bu maddelerde yer alanlardan ziyade burada yer almayanlar daha önemlidir. Örneğin, “eğitim sistemi tüm bileşenlerin ortak çabasıyla yeniden yapılandırılacak” deniliyor ama, AKP dönemi sonrasında yeniden laik eğitime doğru güçlü bir geçiş yapılacağına hiçbir vurgu yapılmıyor. “Tüm bileşenler” kaçamağı bunu kurtarmaz çünkü o farazi bileşenler içinde eğitimi yobazlaştırmanın failleri de bulunacaktır. CHP tabanının neredeyse tamamını ilgilendiren bu mesele hakkında kaçak güreşmenin hoşgörülür bir tarafı yoktur.

bir-kurultay-ve-icerik-analizi-763449-1.
CHP’nin “devletçilik” ilkesi fiilen kaldırılmış, CHP’nin ayırt edici bir ilkesi olmaktan çıkarılmıştır. Bugünlerde yeni bir CHP programı hazırlıkları yapıldığına göre, hukuken de ortadan kaldırılacağı günler yakındır.

Neoliberal düzenleme rejimine eleştirel yaklaşımın emaresi bile görünmezken, 1. maddede “yasa teklifleri TBMM’de görüşülürken meslek kuruluşları, STK ve uzmanların görüşleri alınacak” göndermesi dışında emeğin örgütlenmesinden/ haklarından, dumura uğratılan sendikalaşmadan, hatta ağır saldırı altındaki “demokratik kitle örgütlerinden” bahis yoktur. Nitekim Meclis’ten geçen ve sermayenin pek istediği “mini istihdam paketine” anamuhalefetin verdiği olumlu oy, “Soma işçilerinin haklarını kollamak istedik ve zaten DİSK dışında sendikalardan da fazla tepki gelmemişti” bahanelerinin ardına gizlenebilir miydi? Peki, sermayenin sınırsız tahakkümü olan neoliberalizm sürecekse, “ikinci yüzyıl” nasıl bir demokrasiye açılacaktır? Emeğin adı olmayan bir demokrasiye mi?

DEVLETÇİLİK İLKESİNİN
İÇİ BOŞALTILIYOR

Bazı yorumcular, CHP Genel Başkanının 19 Temmuz’da Cumhuriyet’teki “devletçilik” konulu makalesini değerlendirirken, CHP’nin artık programını özgüvenle sahiplenen, devletçilik ilkesini utanmadan savunabilen bir yeni tutum aldığı vurgusu yaptılar. Ben bunun tam aksini düşünmekteyim.

CHP’nin tarihi, 1945 sonrasında, geçmişteki devrimci döneminin kimi izlerini silmek, inkilâpların devrimci içeriklerinin içini boşaltmakla geçmiştir. CHP yöneticileri, çok partili düzene geçilince, hem siyasi rakiplerine ve bunların oy tabanını oluşturan dinci/muhafazakâr çevrelere hem de hâkim güç olarak sisteme damgasını iyice vurmaya başlayan sermaye çevrelerine karşı ödün verme politikaları üzerinden bir savunma, geçmişinin “aşırılıklarından” arınma davranışı içine girmişlerdir.

1950’lerde DP’nin dozu giderek artan anti-demokratik uygulamalarının fiili bir diktaya dönüşmesi, CHP’nin, çok partili rejime geçerken yaptığı hatalar üzerinde düşünmesi ve çözümler aramasına yol açacaktır. Böylece 1959’un İlk Hedefler Beyannamesi’ne götüren deneyimler biriktirilecektir. 1961 Anayasa'nın demokratik yapısını etkilemesi bakımından, 1950 şartlarının doğurduğu bu hazırlıklar genel anlamda hayırhah olacaktır. Sosyalist solun tarih sahnesine kitlesel bir biçimde çıkışının sezildiği bir dönemde CHP’nin “ortanın solu”nda olduğunu ilan ederek emek yanlısı bir vurguyu benimsemesi de Türkiye siyasetinin genel olarak sola kaymasını meşrulaştırması bakımından olumlu sayılmalıdır.

Şimdiki CHP liderliği bu tarihi mirastan da arınma çabası içinde görünmektedir. Çağrı bildirgesinin 1. maddesinde “Bu ülkeye bugüne kadar anayasalar vesayetçi kurumların baskısı ile geldi” denilerek, Türkiye’nin en demokratik anayasası olan 1961 Anayasası dahi değersizleştirilmektedir. Esasen sağdan gelebilecek eleştirilere karşı kendini koruyabilmek için 27 Mayıs darbesi ile izleyen faşist darbeleri aynı sepete koymak CHP’de son zamanlarda pek revaçtadır.

Şimdi bir sıçrama yaparsak, 1992’de yeniden açılan CHP’nin yeni yönetimi, CHP’nin tarihi kazanımlarıyla uğraşmamıştır; ama CHP ilkelerinin bazılarının içlerinin boşaltılmaya başlandığı bir sürecin de hazırlayıcısı olmuştur. Bu yeni dönemde, ikisi de D. Baykal döneminde olmak üzere 1994 ve 2008 programları hazırlanmıştır. “Halkçılık” ve “devrimcilik” ilkelerinin içleri esasen tam olarak doldurulamamıştır ama 1994’ten 2008’e geçerken içerikleri biraz daha zayıflatılmıştır. Ama asıl sorun, “devletçilik” ilkesiyle ne yapılacağının bilinememesidir. Ondan kurtulamayınca, tarihsel olarak deneyimlenmiş devletçilik uygulamasının büyük sermaye ve onun doğrudan temsilcisi sağ siyasetler üzerindeki olumsuz etkisini bertaraf etmek amacıyla bu ilkenin içeriğinin boşaltılması farz kabul edilmiştir.

Şimdi bunun en uç noktasına bugünkü CHP liderinin 19 Temmuz makalesiyle varılmış durumdadır. Buna göre, “günümüz koşullarında ‘devletçilik’, Anayasamızda da belirtildiği üzere ‘çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak’ amacından ayrı düşünülemez. Dolayısıyla yaklaşık 90 yıllık bir geçmişi ve birikimi olan devletçiliğin, ‘Sosyal Devlet Devletçiliği’ hedefiyle yeniden tanımlanması, gereğin de ötesinde zorunluluktur”.

Demek ki artık CHP “devletçiliği” Anayasa'nın 49. maddesinde tanımlanan çalışma hakkı ve ödevine indirgenmiş durumdadır. (Anayasa'nın 49. maddesinin sonunda “ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır” cümleciğine yer verilmemesinin nedenini de en iyi sendikacı okurlar anlayacaktır!). “Sosyal devlet devletçiliği” denilen tuhaflık ile korumacı/bağımsızlıkçı ve planlı sanayileşme kavramıyla bütünleşen özgün bir “devletçilik” ilke ve uygulaması arasında kuşkusuz herhangi bir ilişki kurulamaz. Dünyada ve Türkiye’de “sosyal devlet” ve “sosyal adalet” kavramlarına programında yer vermeyen hiçbir sağ/aşırı sağ hareket bulunmamaktadır. Bu tanımın altına, AKP dahil bütün sağ siyasetler imzalarını atarlar. Nitekim 12 Eylül cuntacıları da atmışlar ve “sosyal devlet” kavramını Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri arasında tutmuşlardır.

Dolayısıyla yukarıda aktarılan tanımdan sonra CHP’nin “devletçilik” ilkesi fiilen kaldırılmış, CHP’nin ayırdedici bir ilkesi olmaktan çıkarılmıştır. Bugünlerde yeni bir CHP programı hazırlıkları yapıldığına göre, hukuken de ortadan kaldırılacağı günler yakındır.

SONUÇ

Sonucu 24 Mayıs tarihli BirGün Pazar yazımızdakine benzer biçimde bağlayalım:

Kuşkusuz, parlamenter sisteme ve güçler ayrılığına güçlü bir geçiş yapabilecek, yolsuzluğa, savurganlığa kapıyı kapatabilecek, yürütmenin yasama tarafından etkin denetimini getirecek, planlama ve çevreci kaygıları olacak bir muhalefetin varlığını önemsiz sayamayız. Ancak dışa bağımlı olduğu kadar içerde sermayenin tahakkümüne sonuna kadar açık bir neoliberal işleyişi kökünden sorgulayabilecek nitelikte bir kitlesel muhalefetin oluşamaması önemli bir açmazdır. Neoliberal programa alternatif oluşturmak bir yana onu kim daha iyi uygulayabilir rekabetinin yaşandığı bir Türkiye muhalefetinin, ülkenin yapısal sorunlarına kalıcı çözümler üretme kapasitesi de yok demektir.