Toplumlara, olanakların üzerinde tüketmek; “yarın Allah kerim, günümüzü gün edelim” diyerek yaşamak damga vurmuşsa...

Toplumlara, olanakların üzerinde tüketmek; “yarın Allah kerim, günümüzü gün edelim” diyerek yaşamak damga vurmuşsa, böyle zamanlara (Osmanlı’yı hatırlayarak) “Lâle Devri” deriz. AKP’li yılların bir bölümü de bu türden iki “Lâle Devri”nden oluşuyor. Ve İkinci Lâle Devri de son bulmak üzeredir.

Çıkışlı-inişli bu dönemlere ve geleceğe ilişkin olasılıklara kısaca göz atalım.

***
Birinci Lâle Devri’ni sorarsanız, 2003-2007 yıllarına işaret ederiz. Hatırlatalım ki AKP, 2001 krizinin hemen sonrasında iktidara geldi. Bu yıllar, dünya ekonomisinin, özellikle de metropol kaynaklı sermaye hareketlerinin hızlı bir canlanma dönemiyle çakışır. Türkiye’yi 2001 krizine sürükleyen iktidarlar gibi, AKP de ekonominin gidişatını hemen hemen tamamen dış kaynak hareketlerine teslim etti ve bu beş yıl boyunca Türkiye’ye giriş yapan 184 milyar dolarlık türlü-çeşitli yabancı sermayenin yarattığı ortamın nemasını yedi.

Dış kaynak girişleri, iç talebin, özellikle tüketimin canlanmasını tetikledi ve Birinci Lâle Devri boyunca yıllık ortalama yüzde 7.3’lük bir büyüme temposu gerçekleşti. Çok ağır bir bunalımı izleyen bu olumlu konjonktür, AKP’nin 2007 seçimlerinden güçlenerek çıkmasına katkı yaptı.

***
Birinci Lâle Devri niçin ve nasıl son buldu? 2008-2009 yıllarına odaklanarak yanıtlayalım.

“Niçin son buldu?”

Dış kaynaklar sermaye birikim oranının yukarı çekilmesini sağlamamışsa, büyüme temposunun sürdürülmesi için her yıl “daha fazla ve daha fazla” yabancı sermaye girişi gerekecektir. Dış kaynakların yavaşlaması dahi büyüme hızını aşağı çekecektir. Bu durum 2004 sonrasında ortaya çıkmıştır.

Bu yıllar içinde Türkiye ekonomisinin cari açık sorunu ağırlaşmıştır. Bu bozulma sonunda, belli bir büyüme hızının gerektirdiği dış açık oranı, on yıl öncesine göre çarpıcı boyutlarda artmıştır. Büyümenin “daha fazla ve daha fazla” dış kaynak gereksinimi, bu bozulmayla da bağlantılıdır.
Nasıl son buldu?

Türkiye, dünya ekonomisinin 2008 çalkantısını yüksek dış açık/dış borç koşullarında (yani kırılgan konumda) karşıladı. Yabancı sermaye hareketleri “net çıkış”a dönüşünce ekonomi daralmaya başladı; 12 ayda (2008 Ekim-2009 Eylül’de) yüzde 7.9 oranında küçüldü. 2009 sonunda milli gelir 2007 düzeyinin yüzde 4.2 gerisindedir. Krizin en yoğun dönemine denk gelen Mart 2009’daki yerel seçimlerde AKP yüksek oranlı oy kayıplarına uğradı.

Kısacası Türkiye, uluslararası krizden en ağır etkilenen çevre ekonomilerinden biri olmuştur. “Yükselen” ekonomilerin çoğu, uluslararası krizi sadece yavaşlayarak (yani küçülerek değil, büyüme hızları düşerek) geçiştirdiler. Küçülen, ağır etkilenen ekonomiler ise, kriz ortamına Türkiye gibi yüksek dış açık/dış borç tuzağıyla yakalananların içinde yer aldılar.

***
Şimdi de İkinci Lâle Devri’nin başlangıcına (2010 ile 2011’in ilk yarısına) gelelim. Krize karşı ABD ve AB’de bankalara astronomik likidite pompalandı; merkez bankaları da sıfıra yakın faiz oranlarına geçtiler. Bu fonların büyük bölümü, üretimi canlandıracak kredilere değil, finansal varlıklara aktı. Metropol sermayesi çevre ekonomilerine döndü; giderek sıcak para hareketleri canlandı.

Türkiye de bu dönüşümden yararlandı. Krizli aylarda net çıkış gösteren yabancı sermaye, dörtnala geri döndü; 2010’da 53 milyar dolara; 2011’in ilk altı ayında 28 milyar dolara ulaştı. Birinci Lâle Devri’nin özellikleri canlandı. Dış kaynak girişleri sayesinde büyüme oranı, 2010’da yüzde 9’a, Ocak-Mart 2011’de yüzde 11’e yükseldi. Bu canlanmanın zirvesinde yapılan genel seçimler de AKP’nin zaferiyle sonuçlandı.

***
Lâle Devri’nin ömrü bu kez kısalmıştır. İktidar çevreleri durumun farkındadır. Batı’da ekonomik ortamın gerginleşme belirtileri başlar başlamaz kamuoyunu hazırlamaya başlamışlardır. Bunların panik belirtilerini geçelim; bu dönemin bitmekte olduğuna işaret eden birkaç nicel gösterge üzerinde yoğunlaşalım:

• Bir öncekine göre, İkinci Lâle Devri daha da kırılgan bir ortamda yaşanmaktadır. Cari işlem açığı, 2011’in ilk altı ayında 38 milyar dolara (2007’nin on iki aylık düzeyine) çıkmıştır. Mart 2011’de dış borçlar, kriz öncesi (Eylül 2008’deki) düzeyi aşmış; 300 milyar dolara ulaşmıştır. Kısa vadeli dış borçlardaki tırmanma daha da çarpıcıdır: Kriz öncesinde 58, Haziran 2011’de 85 milyar dolar…

• Kırılganlıklar olmasaydı, ekonominin özelliklerini “Lâle Devri” ifadesiyle nitelendiremezdik. Ne var ki, bunlardaki ağırlaşma, bu sürecin son bulmakta olduğunu da ortaya koyar. İlk belirtiler, döviz piyasalarında gözlenir; döviz fiyatları tırmanmaya başlar. Bu, bir politika tercihinin değil, dış kaynak hareketlerindeki bozulmanın yansımasıdır. 2008-2009 krizinin ilk yedi ayında dolar fiyatı bu bozulma nedeniyle yüzde 44 yükselmiş ve bu oran, “yükselen” ekonomiler grubunda Türkiye’yi dördüncü sıraya yerleştirmişti.

• 2010’un son aylarından bu yana, Türkiye’de döviz fiyatları artmaktadır. Ana neden, dış kaynak girişlerinin giderek artan bölümlerinin cari açık tarafından tüketilmesi; yani, döviz arzındaki fazlalığın daralmasıdır. Kasım 2010’la başlayan sekiz buçuk ayda dolar yüzde 14.8; dolar+avro sepeti yüzde 16.5 oranında artmıştır. Bu, Türkiye’ye özgü bir bozulma belirtisidir ve aynı dönemde “yükselen” ekonomilerin çoğunda döviz fiyatları ucuzlamıştır.

• Son bir buçuk ayda, AB ve ABD’deki finansal ortam gerginleşmiş; çevre ekonomilerinden sermaye çıkışı döviz kurlarını da yukarı çekmeye başlamıştır. Bu kez de Türkiye’deki “bozulma”, diğer ülkelerden daha hızlı seyretmiştir. 15 Temmuz-30 Ağustos arasında dolar yüzde 6.6; döviz sepeti yüzde 7.7 oranında yükselmiştir. Benzer ekonomilere bakıldığında dolar kurları bakımından Türkiye’ye yaklaşan tek bir ülke vardır: Yüzde 6.2’lik bir artışla Meksika…

***
Bir kriz öngörüsünden değil, İkinci Lâle Devri’nin sadece son bulmasından söz ediyoruz. Hangi hızla? Foslayarak mı; gürültüyle mi? Bir yıl içinde göreceğiz.