Özdağ ve partisi “yağma” söylemini yağmayı sığınmacıların/göçmenlerin yaptığı yalanıyla birleştirmiş, buradan açılan alana silahlı Suriyeli grupların evleri bastığı, sınırdan yüz binlerce Suriyelinin Türkiye’ye geçtiği gibi yalanlar eklenmiştir.

Bir manipülasyon ideolojisi: Sağ popülizm
Ümit Özdağ depremin ardından pek çok asılsız iddia ortaya atıp onlarca depremzedenin linç edilmesine yol açtı.

Fatih YAŞLI

Kapitalizmin 2008’de başlayan ve hala üstesinden gelemediği kriziyle birlikte gezegen ölçeğinde bir patlama yaşayan popülizm fenomeni üzerine çalışan sosyal bilimcilerin önemli bir çoğunluğu meselelere sınıfsal açıdan değil liberal demokrasi-popülizm ikiliği üzerinden bakmaya eğimli oldukları için tek bir “popülizm” kavramından söz etmeye ve liberal demokrasiyle yönetilmeyen bütün rejimleri bu çuvalın içerisine doldurmaya eğilimlidirler. Buna göre Trump’la Chavez, Bolsanaro ile Morales gibi isimler ve bunların öncülüğünü üstlendikleri hareketlerin hepsi “popülizm” kavramı etrafında incelenebilir ve anlaşılabilirler. Çünkü bu isimler ve hareketler “halk-elitler ikiliği”, liderin halk adına konuşması, parlamenter demokrasiye ve anayasal kurumlara güvensizlik gibi popülizmin ortak özelliklerini paylaşmaktadırlar.

Oysa bu bakış açısı son derece problemlidir; çünkü popülist liderler ve hareketler biçimsel açıdan kimi ortak özelliklere sahip olmakla birlikte tek bir popülizm yoktur, popülizmler vardır. Her bir popülist lider ve akım, hangi sınıfın çıkarlarını temsil ettikleri, üretim ve bölüşüm ilişkilerine bakışları, ekonomik-siyasal programları ve elbette ki en önemlisi “halk”ı nasıl tanımladıkları, bu kavramın içini nasıl doldurdukları itibarıyla birbirlerinden ayrılırlar.
Sol popülizm, sosyalist hareketlerle dirsek temasındadır ama temel siyasal ikiliği doğrudan emek-sermaye çelişkisi üzerine kurmaz, esas uzlaşmazlığı halka elitler arasında görür. Sol popülizm açısından halk, emeğiyle geçinen halk kitlelerine işaret eder ve bunun içerisine küçük esnafı, çiftçiyi, serbest meslek erbabını, hatta küçük işletme sahibi sermayedarları da ekleyebiliriz; dolayısıyla buradaki kurucu unsur emeğiyle geçinmek ya da üretimde bulunmaktır. “İkilik” de bunun üzerine inşa edilir; halkın karşısında elitler, kodamanlar, üretken olmayan sermaye bulunur ve mücadele bunlar arasındadır, siyasal söylem ve eylem de buradan türer.

Sağ popülizmler de halktan bahsederler, elitleri düşmanlaştırırlar ama burada sosyalizmle bir dirsek teması, bir yakınlaşma yoktur. Bilakis sağ popülizm, halkı din, etnisite ve milliyetçilik üzerine kurar. Görevi ise kapitalizme yönelik halk tepkisini soğurmak, halkın karşısına hayali düşmanlar çıkarmak, “müesses nizam” adı altında kapitalist sistemi görünmez kılmak, öfkeyi mültecilere, yabancılara, eşcinsellere, komünistlere, yani “halkın birliği”ni bozduğu düşünülen düşmanlaştırılmış kesimlere yöneltmektir. Bu haliyle sağ popülizm kapitalizm açısından bir paratoner işlevi görür, ona yönelik öfke ve tepkiyi alır, manipüle eder ve etkisizleştirir, tehlikeli olmaktan çıkarır.

Türkiye’de sağ popülizm

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı ekonomik ve siyasi gelişmeler, sağ popülizm için zemini düzlemiş ve onun yükselişine hazır hale getirmiştir. İktidarda Türk-İslam sentezci ve popülist bir iktidar vardır evet doğru ama bir dip dalgası olarak seküler milliyetçi ve neo-faşist karakteri hayli baskın bir sağ popülizm alttan alta gelmekte, zaman zaman da yüzeye çıkmaktadır.

Ekonomik gelişme derken kastettiğimiz şeyin derinleşen yoksulluk ve sefalet olduğu açıktır. Türkiye çok büyük bir bölüşüm şoku yaşamakta, gelir adaleti çok hızlı bir şekilde bozulmakta, geniş halk kitleleri günden güne alım güçlerini yitirmekte ve yoksullaşmaktadır. İşin siyasi boyutunda ise Türkiye’ye yönelik büyük göç dalgası vardır; son on yılda başta Suriye olmak üzere Afganistan ve Pakistan’dan milyonlarca sığınmacı ve göçmen Türkiye’ye gelmiş durumdadır.

Bu iki olgu, yani ekonomik kriz ve göç olgusu, dünyanın üzerinde dolaşan sağ popülizm hayaletinin Türkiye’ye de uğramasını ve kendisine bir beden bulmasını beraberinde getirmiştir. O hayaletin bulduğu beden ise -şimdilik- Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’dir.

Dünyadaki örneklerinin çoğunda sağ popülizmle neo-faşizm birbiriyle etkileşim halindedir, iç içe geçmiş bir görünüm sergiler. MHP içerisinden çıkmış, ülkücü milliyetçiliğin devletlû ve seküler kanadına denk düşen Özdağ’ın partisi de bir ayağını faşizmin güncel versiyonuna basarken, öteki ayağıyla da sağ popülizmini icra eder. Özdağ ülkücü milliyetçiliğin klasik tezlerini alır ve kriz gündeminde sığınmacı/göçmen düşmanlığıyla birleştirir, faşizmi ve ırkçılığı kitleler nezdinde doğallaştırır, sıradanlaştırır. Krizin yoksullaştırıp geleceksizleştirdiği kitleler, özellikle internet aracılığıyla politize olan genç kuşak, bu söylemi kolaylıkla içselleştirir ve sağ popülizmin kendini var ettiği esas tabanı oluşturur.

Sağ popülizmin söylemi “post-truth” üzerine kuruludur; yalanın internet aracılığıyla hızlı ve kesintisiz bir şekilde dolaşımı sokulması sağ popülizmin stratejisinin temelinde yer alır. Özdağ ve partisi de sürekli hakikati tahrif eder, seri bir şekilde yalan üretir ve dolaşıma sokar. Söylediklerinin yalan olduğunun ortaya çıkması ise pek önem taşımaz; çünkü yalan bir kere dolaşıma girdikten ve alıcı kitlesine ulaştıktan sonra aynı kitle meselenin gerçeğiyle pek ilgilenmez, tıpkı klasik faşizmde olduğu gibi kitleler yalana inanmak istedikleri için inanırlar.

Siyasal fay hatları

Türkiye’nin yaşadığı çoklu kriz konjonktürüne bir de depremin eklenmesi sağ popülizmin üzerinde yükseldiği zeminin güçlenmesini de beraberinde getirmiştir. Özdağ ve partisi ilk andan itibaren “yağma” söylemiyle deprem üzerinden güvenlikleştirici bir söylemi devreye sokmuş, “yağmacılar” için “vur emri” talep etmiş ve afetle mücadelede ortalıkta gözükmeyen devletin, güvenlik aygıtıyla kendini göstermesi talebinde bulunmuştur. Erdoğan’ın OHAL ilan ederken “yağmayı önleme”yi gerekçelerden biri olarak sunması ise söz konusu talebin kimin işine yaradığını çok net bir şekilde göstermektedir.
Özdağ ve partisi “yağma” söylemini yağmayı sığınmacıların/göçmenlerin yaptığı yalanıyla birleştirmiş, buradan açılan alana silahlı Suriyeli grupların evleri bastığı, sınırdan yüz binlerce Suriyelinin Türkiye’ye geçtiği gibi yalanlar eklenmiştir. Bu söylemin etkisiyle lümpen taraftar grupları “yağmaya karşı” bölgeye gitmiş, sığınmacı/göçmen düşmanlığı üzerinden paramiliter özentili erkeklik ritüelleri icra edilmiştir.

Sağ popülizmin “halk”ın düzene yönelik öfkesini saptırma işlevi gördüğünü söylemiştik; Özdağ ve Zafer Partisi’nin deprem boyunca yaptığı da tam olarak budur. Ülke sözcüğün her anlamıyla enkaz altında kalırken ve halkta bunun sorumlularına karşı çok büyük bir öfke birikirken, üstelik halk devletin yokluğunda dayanışma ve yardımlaşma üzerinden kendisini kolektif bir özne olarak yeniden inşa ederken, Özdağ ve peşinden gidenler hem bu öfkeyi başka yerlere kanalize etmeye hem de halkın kendisini yeniden inşasını sabote etmeye çalışmışlardır.

Türkiye, yaşadığı çoklu kriz konjonktüründe ve hele yaşanan bu büyük deprem sonrasında siyasi fay hatlarında ciddi kırılmalara gebe bir ülkedir. Sağ popülizm/neo-faşizm bu süreçte halk düşmanı karakterini daha da güçlendirecek, dayanışmacı halk pratiklerine ve her türlü eşitlikçi harekete karşı kendisini bir sokak gücü olarak şekillendirmek de dâhil son derece tehlikeli işlere girişecektir. Buna karşı verilecek politik mücadele de artık solun hanesine yazılmıştır ve bu nedenle bu büyük tehlikeye karşı uyanık olmak gerekmektedir.