Dikkat etmişsinizdir, Paris Katliamları’nda hayatını kaybedenlerin anısına yeşil sahalarda Fransız Milli Marşı çalınıyor. Wembley’deki İngiltere- Fransa hazırlık maçında binlerce insanın tek bir yürek olarak söylediği “La Marseillaise” Premier League’den La Liga’ya birçok organizasyonda duyuluyor.

Aslında her şey 25 Nisan 1792’de Claude Joseph Rouget de Lisle’in Chant de guerre pour l’Armée du Rhin şarkısını bestelemesiyle başlamıştı. İlk Marsilya sokaklarında söylenen bu ezgi, kısa sürede Fransa’yı sarmıştı. İhtilalin melodisi 30 Temmuz 1792’de Paris’e girmiş; 14 Temmuz 1795’te de resmen ülkenin milli marşı olmuştu. Kimi dönemlerde yasaklanan La Marseillaise, 1879’dan beri vazgeçilmez konumunda.

bir-marsin-otesinde-90972-1.Marş, Liszt’ten Berlioz’a, Schumann’dan Wagner’e, Debussy’den Elgar’a birçok bestecinin yapıtlarında irili ufaklı bir şekilde kullanılmış, kulaklarda çınlamıştı. Çaykovski’nin 1812 Üvertürü’nde kendi zamanındaki Rus Milli Marşı ile birlikte kullanmasına kanmamalı; 1812’de Fransa ile Rusya’nın savaştığı Borodino Muhaberesi sırasında LaMarseillaise yasaklıydı; Boje, Tsarya Hrani (Tanrı Çarı korusun) bestelenmemişti. Tanrı Çarı korumayınca, Sovyet rejimi tarafından Çaykovski’nin bestesi biraz rötuşlanmış; eski Rus Milli Marşı eserden çıkarılmıştı.

Beyazperdede Casablanca’da söylendiği kare şüphesiz yedinci sanatın unutulmazları arasında olsa gerek. Sinema akla geldiğinde, en ünlü futbol filmlerinden biri olan Zafere Kaçış’ta da fonda etkili bir şekilde yer alan marşın Sylvester Stallone’ye penaltı kurtarmakta ilham verdiğini de anımsatmalı.
Çimlerdeki serüvenine gelince...

Hayat futbola fena halde benzer ya, dünyada faşizm rüzgârlarının kol gezdiği, TIME dergisinin Adolf Hitler’i yılın adamı seçmesine bir aydan az kala; Fransa, İtalya deplasmanındaydı. 4 Aralık 1938’de Napoli’de toplanan onbinler, faşist sloganlar atıp, o günlerde Avrupalıların sahada görmeye alışık olmadığı bir ten rengine sahip Fas asıllı Larbi Ben Barek ya da nâm-ı diğer Abdelkader Larbi Ben M’barek’e ırkçı sataşmalarda bulununca, kaptan Etienne Mattler, siyahî arkadaşının yanına gidip Fransız Millî Marşı’nı söylemeye başlıyordu... Savaş kokularının ayyuka çıktığı günlerde, futbol sahaları sivil itaatsizlikle tanışmıştı.

Kaptanın birkaç yıl sonra Almanlara karşı Fransız direnişinin bir parçası olmasına herhalde şaşırmamalı. Esir düşse de kaçmayı başaran Mattler savaşın sonuna kadar çarpışırken, millî takımda hiçbir zaman oynayamamış önceki senenin Fransa Kupası şampiyonu Red Star’ın 11 numarası Rino Della Negra kurşuna dizilmişti. 21’inde bile değildi...

Bir zamanlar ötekini sembolize eden La Marseillaise, zamanla onun varoluşunu kabullenemeyenlerin sesi oluyordu. 1998 Dünya Kupası’nda Fransız Milli Takımı, Ulusal Cephe’nin kurucusu Jean-Marie Le Pen tarafından ulusal marşı bilmemekle suçlanıyordu. Cevap çok da gecikmemişti. Finalde marşı biri hariç birbirlerine kenetlenerek söyleyen oyuncular Brezilya’yı parçalayarak şampiyon olmuşlardı. Akrabaları bir ömür evvel hayvanat bahçesinde sergilenen Christian Karembeu ise her zamanki gibi susmuştu!

Futbol ikonu Cantona’nın ‘’Fransız olmak milli marş söylemekle olmuyor. Fransız olmak için önce devrimci olmak, fakir ve yoksulların halinden anlamak gerekiyor” sözü belki de her şeyi anlatıyor. Daha önce de La Marseaillaise’i söylemeyen Karim Benzema’nın geçen cumartesi Barcelona’nın Real Madrid’i paramparça ettiği El Clasico öncesindeki seremonide yaptığı hareket daha çok tartışılacağa benziyor. Eserin piyanoyla çalınan bir versiyonunun bitiminde yere tüküren forvet, yas tutan ülkesinde şimşekleri üzerine çekmişe benziyor.

Futbol asla sadece futbol değildir; sizce de öyle değil mi...