Tarihler yine bir 22 Ekim’i gösteriyor. Saatli maarif takviminde kaleci bayramı yazsa yeri. Neden mi...

Tarihler yine bir 22 Ekim’i gösteriyor. Saatli maarif takviminde kaleci bayramı yazsa yeri. Neden mi...

Tam 85 yıl önce Moskova’da doğan Lev Yaşin, bir işçi ailesinin çocuğuydu. 10 yaşındayken İkinci Dünya Savaşı başlamış, 12’sinde bir fabrikaya çalışmaya gönderilmişti. Burada futbolla tanışan ufaklık böylece Dinamo’nun yolunu tutmuştu.

Bir taraftan hokey oynuyordu, bir yandan futbol. Yeşil sahalarda bir türlü kendisini kanıtlayamayan delikanlı, buzda Sovyetler Birliği Kupası’nı kazanmıştı. Fakat o pak değil, top tutmak istiyordu. 23’ünde rüyaları gerçek oluyordu.

22 sezonunu geçirdiği Dinamo Moskova’da beş şampiyonluk, üç Sovyetler Birliği Kupası kazanan file bekçisi, milli takım formasıyla 25 yaşında tanışmıştı. 1956 Melbourne Olimpiyat Oyunları’nda kazanılan altın madalyayı, 1960’da yapılan ilk Avrupa Şampiyonası’nda kaldırılan kupa takip etmişti. Gördüğü üç Dünya Kupası’nda iki çeyrek, bir de yarı final yaşayan efsanenin giydiği kaleci kazağı lakabını doğurmuştu: Kara Panter.

1971’de son maçına çıkan efsanenin jübilesine gelen 100 bin kişi, Pele, Eusebio ve Beckenbauer gibi efsaneleri izlemişti. 1963’te Avrupa’da yılın oyuncusu seçilen ve bunu başaran hâlâ tek kaleci olan Yaşin, kariyerinde 150 penaltıya da dur demişti. Oynadığı 812 karşılaşmanın 480’inde kalesini gole kapatan kaptanın 1986’da bir bacağı kesilmiş, 1990’da da son nefesini vermişti.

Kimilerine göre onu penaltı kurtarırken seyretmek, Gagarin’i uzayda görmekten daha heyecan vericiydi.

AZMİN ZAFERİ

Yaşin’in aksine milli bile olmamıştı Bert Trautmann. Orta sınıf bir ailenin 22 Ekim 1923’te Bremen’de doğan çocuğuydu. Bir taraftan hentbol ve futbol oynuyor, öte yandan ülkesinde yükselen rüzgâra kapılıyordu. 18’inde Alman ordusuna katılan genç, beş madalya kazandıktan sonra esir düşmüştü. Aslında defalarca yakalandıysa da hep bir şekilde kaçmayı başarmıştı. İngiltere’deki esir kampı son durağıydı. Burada düzenli olarak futbol oynamaya başlıyor, bir gün sakatlanan kalecinin yerine geçiyordu...

Savaştan sonra İngiltere’de kalan Trautmann bir çiftlikte çalışıyor, boş zamanlarında küçücük Helens Town’da top koşturuyordu. Yerel bir kupa finaline sadece onu izlemeye gelen dokuz binden fazla kişi, aslında her şeyi anlatıyordu.

1949’da Manchester City’nin kendisine uzattığı sözleşmeye imza attığında, ortalık karışmıştı. Binlerce taraftar yıllarca savaştıkları bir ülkenin eski askerini takımda görmek istemiyordu. Nazi Almanyası’ndan kaçmayı başaran kentin hahamı Alexander Altmann, yazdığı mektupla Trautmann’a destek veriyordu. Destan artık başlayabilirdi.

Onunla birçokları 1950’nin başlarındaki ilk Londra seyahatinde tanışmıştı. Fulham karşısında görücüye çıkan file bekçisi, sahada döktürmüştü. Tribündekiler ona önce Nazi diye bağırıyor, sonradan alkışlıyordu. Daha önce paraşütçü olarak görev yaptığı Luftwaffe’nin tarumar ettiği şehirde ilahlaşmıştı.

İstikrar abidesi 1955 yılının Federasyon Kupası finali için Wembley’e ayak bastığında, bunu başaran ilk Alman olmuştu. Sonradan külleri St. James’ Park’a dökülecek, Charlton biraderlerin dayısı Jackie Milburn, zaferi Newcastle United’a getirmişti.

Ertesi sene yine finaldeydi Trautmann ve arkadaşları. Manchester’ın mavi yakalıları son çeyreğe 3-1 önde girerken, yaşanan talihsiz anda Birminghamlı Peter Murphy’nin dizi azim abidesinin boynuna geliyordu. Acılar içinde maçı bitiren file bekçisi, seremonide de boynu tutarken fotoğraflanıyordu. İşin komiği durumunu ilk fark eden onu yıllar sonra taltif edecek Kraliçe İkinci Elizabeth’in kocası Prens Philip idi.

İlk gittiği hastanede durumu anlaşılamasa da birkaç gün sonra tablo ortaya çıkmıştı: Boynundaki yedi omurdan beşi çıkmıştı. İkiye ayrılan ikinci omurunun üçüncüye uyguladığı baskı, 2013’e kadar yaşamasını sağlamıştı!

Bu akıl almaz sakatlıktan sonra yeniden sahalara dönmeyi başaran Trautmann, 1964’te futbola veda etmişti. Jübilesine gelen on binler, ilk gün “istemezük” diye haykıranlardan çok daha fazlaydı.

Hocalık kariyerine Stockport County’de başlayan Alman futbol adamı, kulüp yönetimiyle papaz olduktan sonra ülkesine dönmüştü. Yetmişlerde ise bambaşka bir misyon üstlenmiş; Burma, Tanzanya, Liberya, Pakistan, Yemen ve Malta’da bu oyunu öğretmişti.

1953’te tanıştığı Sepp Herberger milli takıma çağrılma olasılığının Almanya’da oynamasına bağlı olduğunu fısıldasa da o kariyerine Ada’da devam etmişti. Panzerler ertesi sene Dünya Kupası’nı kaldırırken, kim bilir belki de o radyodan finali dinlemişti.

Dokuz canlı bir savaş esiriydi belki de Trautmann. Boynundaki kırıkla Federasyon Kupası kazanmış, kim bilir belki de medeniyetten evvel uğradığı bazı ülkelerde futbolun sevilmesini sağlamıştı. Savaşın birbirinden kopardığı iki ülke arasında köprü olmuş, 2004’te de İkinci Elizabeth tarafından kraliyet nişanıyla onurlandırılmıştı.

Son sözü 22 Ekim’in dünyaya armağanlarından, birçoklarına göre tarihin en iyi file bekçisine vermeli: “Dünya çapında sadece iki kaleci olmuştur. Birisi Lev Yaşin, diğeri de Manchester’da oynayan Alman çocuk.”