Kralların soytarıları olur, padişahların ise dalkavukları…

Soytarı, yeri geldiğinde yergisini efendisinin yüzüne söyleyebilen, her türlü iğnelemesi hoşgörü ile karşılanan, sözün kısası taşı gediğine koyandır. Dalkavuk ise, “Evet, efendim, sepet efendim” demeye mahkûm olmuş, efendisini şişirmekten geri durmayan saray adamı. Alın size beş karışlık büyük fark… Sevgili coğrafyamızda, gerçekleri gizleyip, yalanlarla efendilerini oyalayan dalkavukluğun en eski meslek sayıldığı su götürmez bir gerçek…

Efendim, bu zatlara dalkavuk denilmesinin ardında giyinme biçimi yatıyor. Nasıl mı? Osmanlı’da kavuk, her zaman çevresine bir şey sarılarak giyilen baş kapatmadır. Dalkavukların ise, etraflarına serpuş serilmeden kavuğu çıplak takmaları emrolunmuştur! Yani kıyafetlerinde kocaman armaları vardır.

Üstelik, başlangıçta yalnızca efendilerinden hizmetlerinin karşılığında bahşiş alan dalkavuklar, giderek bir iş kolu haline gelmiş, süreçte başlarına bir yönetici seçerek mesleklerini tüzüğe bağlamışlardır. Osmanlı Devleti de süreçte bu mesleği de ağır işçilik olarak kabul etmiştir. I. Sultan Mahmut döneminde dalkavuklar kendi durumlarını padişaha sunmuşlar, içlerinde oldukları ahvali betimlemişlerdir: “Devletli, inayetli, merhametli efendim! Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir. Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul’da davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin ve devlet büyüklerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, tavukgöğüsleri, helvalar, kaymaklı baklavalar yer içeriz. Lakin içimizde bazı edepsizler bulunup, edebe uymayan tavırlarıyla velinimetimiz efendimizi gücendirmekte, zararı hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk bir nizama bağlanmazsa, cümlemizin açlıktan öleceği aşikardır!”

Dalkavuklar bile sırası gelince işlerinin bir düzen içinde sürüp gitmesini bekliyor, kendi geleceklerini garanti altına almak için saygıda kusur etmiyorlar da, yaptıkları komedi sanatına uymuyor bir türlü. Belki de padişahların komedi sanatına çekinceli tavrının arkasında eleştiriye tahammülsüzlükle birlikte sürekli pohpohlanmak arzusu yatıyor!

***

Oysa bu topraklarda doğan binlerce yıllık komedi geleneğinde, hele hele Antik Yunan Komedyalarında ‘uyarı’ seyirciyi güldürerek yapılır. Taşlama olgusunun deyim yerindeyse taş gibi oturduğu Aristophanes’te yönetimdeki yolsuzluklar, yargıdaki adaletsizlikler, insanoğlunun içinde gizlemek için çaba gösterdiği ‘hayvanlık’, savaş ve öldürme tutkusu, sanat ve felsefe dünyasında anlaşılamayan ‘ağız kalabalığı’ yerilir, bunun karşısında insancıl değerler, anlayış, hoşgörü, barışa olan bağlılık yüceltilmeye çalışılır.

Öte yandan bizim gibi ülkelerde zaman zaman baskı dönemi kamçılar hem komedi sanatını hem de mizahı. Siyasal tarihimizdeki satir, yergi, eleştiri kültürünün kilometre taşları olan Namık Kemal, Can Yücel, Aziz Nesin ve hatta Geleneksel Türk Tiyatrosu’nda ortaoyununda, Hacivat - Karagöz’de, Meddahta siyasal ya da hangi anlamda olursa olsun bir iktidarın yergisi kültürel bir değer ve gerçek olarak kabul edilmiştir.

***

Elbette her şeyin bir bedeli var. Dalkavukluğun da ücret tarifesi…

Reşat Ekrem Koçu’nun ‘Hayat Tarihi Mecmuası’nda geçiyor: “Dalkavuğun burnuna fıske vurma 20 para, yüzüne tokat atma 30 para, merdivenden yuvarlama 180 para vb.”

Sorun şu: Toplumsal yapı değişim ve dönüşüm gösterince, bir zamanlar iş kolu olarak kabul edilen dalkavukluk mesleği silinip gidiyor gitmesine de, dalkavukluk baki kalıyor bu hoş sedada… Gündelik yaşamımızda kendi çıkarı için devlet mekanizmalarını yönetenleri yönlendirmeye çalışan kişilere dönüşüyor. Bir anlamda ‘yan meslek’ olup çıkıveriyor… Bir bakıyorsun, pudra tozu çekiyor, bir bakıyorsun escord kızlarlar fotoğraf çektiriyor. İşin hazin yanı artık kurumsallaşmış değiller… Ha, kurumsallaşsalar tarifelerini bileceğiz sadece, o ayrı… Gerçi bilmeye ne hacet! Giyim kuşamlarından, yaşam tarzlarından, ev hallerinden kaç para tokatladıkları belli. Sözün özü: Memlekette her yanımız bahar bahçe!