Doktorlar için “zorunlu hizmet görevi” mi doksanların ortasında Antakya’ da yaptım. Arap Hristiyan bir doktor arkadaşım (Mesih) bir çocukluk anısını anlatmıştı. Yetmişli yıllardaki Kara Murat filmlerini hatırlarsınız. O filmlerden birinde, Bizanslı papazlar “her zaman olduğu gibi” türlü hainlik, zalimlik, kumpas yaparlar. Sinema salonundaki seyirciler koro halinde papaza ağza alınmadık küfürleri sıralar. Mesih’ de ergen aklıyla küfrederken bir an durur ve aklına gelen “iyi ama bu bizim papaz!” düşüncesi ile şaşakalır!

O yıllarla ilgili benzer bir anım daha var. Zorunlu hizmet yılları çoğu geceler evlerde toplanılıp uzun sohbetler yapardık. Bu gecelerden birinde o yaşların bitmek tükenmek bilmeyen konusu din, tanrı inancı, ateizm vs üzerine bir tartışma sürüyordu. Günümüz dünyasının sorunlarının 1400 yıl önce tahmin bile edilemeyeceğini ileri sürmek isterken ağzımdan, “yahu Allah’ın Araplarının aklına nerden gelsin” sözleri dökülüverdi. Odada bir sessizlik oldu.
Sözlerimin etnosentrik aşağılayıcı tınısı değildi sessizliğin nedeni. O gece evde olan benim dışımdaki yaklaşık on kişinin hepsi Nusayri ya da Hristiyan Araplardı! Onlardan biri olan Burhan, gülümseyerek, o Araplar seni…” diye tartışmayı tatlıya bağlamıştı…


İki anıyı bana hatırlatan geçen hafta BirGün’de Necmi’nin (Erdoğan) Kayıp Halk yazısı oldu. Bana göre “teorik iç tutarlığı” tam olan çok iyi ve önemli bir yazıydı. Nitekim, Doğan da (Tılıç) Hatca Teyze yazısı ile Necmi’nin önermelerine katıldığını belirtti.
Ama!

Ama ile başlayan cümlelerin öncesindeki önermeyi yanlışladığı herkesin malumu. Necmi’nin yazısı da bana “ama” dedirtti. Belki, kendimi bildim bileli halk kavramının benim için her zaman bir “boş gösteren” olmasından. Belki de otuz yılı aşkındır yaptığım işte en mahrem, en çıplak halleriyle gördüğüm, bu ülkenin binlerce insanını hiç bir zaman “bir halkın” içinden gelenler olarak göremememden kaynaklı bir “mesleki körlükle” ilgili. Ama, bir hayalet olarak bile ortak özellikleri olan “bir halk” hiç bir zaman olmamıştır ki, diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Ama şunu biliyorum. İktidar çatışmalarında her politik hareket “kendisi için bir halk” hayal ediyor ve sonra o hayale insanları çağırıyor. Hangi hayalin vaadi “halk”ta karşılık buluyorsa, insanlar önce sanki o halkmışlar gibi “davranmaya” başlıyorlar. Bu davranış tarzı “iş görmeye” başladıkça da o halkmışlar gibi “hissetmeye” ve sanki hep o halk olduklarına “inanmaya” başlıyorlar.

Bu süreçte belirleyici olanın “iş görmek” olduğu açık. İşe yaramayan, o insanın gündelik hayatındaki sorunları çözmeyen, çözme umudu içermeyen hiç bir halk hayali, hakikate dönüşemiyor. Mesele hakikatte bir halk olup olmaması değil, “büyülenerek” bir halk yanılsamasına gerçeklik atfetmek.
Bu yüzden siyaset yapma, insanlara vaat edilecek hayaller arasında geçen bir çatışma alanı.

Hal böyle olunca “bu günün koşullarında” yaşayan insanlara hangi halk olurlarsa onlar için “iyi” olacağı vaadini verebilmek için “bu günün koşullarının” insanının “kim/ler” olduğuna karar vermek gerekiyor. Bu günün koşullarının insanı, kendisini ve dünyayı nasıl görüyor? Bu soru kendiliğinden bizi bu günün koşullarının inşa ettiği birörnek “insan” tipi var mı, yoksa kaç çeşit “insan” var sorusuna götürüyor.

Birbirlerinden çok ama çok farklı insanlar mı, yoksa ortak özellikleri farklılıklarından daha çok olanlar mı? Daha önemli soru ise birörnek ya da farklı olmalarından bağımız olarak bu insanlar birlikte ve bir arada yaşamak istiyorlar mı? Evetse hangi ilkelere göre?

Soruyu bir ülkenin halkından dünya halkı ölçeğine çıkararak bir daha sorabiliriz. On yıl kadar önce bir Greenpeace yetkilisi, eğer dünya insan nüfusu bir buçuk milyara inerse, bütün iklim ve ekolojik sorunların ortadan kalkacağını söylemişti. Şimdi bir an için böyle bir dünya halkı vaadinde bulunan bir politik hareket olduğunu varsayalım. Aslında bunun bir varsayım olmayacağına dair çok sayıda kanıt sunmak da mümkün.

Necmi’nin yazısının karamsarlığı içimi daha da karartmış olabilir. Ona Gülse Birsel’in “Aile Arasında” filmini önerdim. 40 yıllık 12 Eylül faşizmi ve 20 yıllık AKP iktidarının tüm ideolojik dayatmalarına karşın seyirci rekorunu nasıl kırmış olabileceği sorusunu sormak için.