Bir Osmanlı Öyküsü: Naima, Celaliler ve “Terörle Mücadele”..

Star gazetesinde beş gün önce şu satırları okuduk: “Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr. Ali Erbaş, Afrin operasyonu ile ilgili olarak, ‘Onlar oralarda çarpışıyorlar, biz burada Kuran kursları açıyoruz. Onlar orada, biz burada cihada devam ediyoruz’ dedi.” (Star, 28 Ocak). Aynı günlerde TBMM Başkanı İsmail Kahraman da harekâtı bir “Cihad” olarak tanımlıyordu.

Çoktandır biliyoruz; Osmanlı din, devlet ve adalet anlayışını özleyenler var; “savaş koşulları”nda coştukça coşuyorlar; üstelik devletin kilit mevkilerini de tutmuş vaziyetteler.

Oysa kuramda ve eylemde Osmanlı “adalet anlayışı” neydi? Osmanlı, “fitne” ve “eşkiyalık” olarak adlandırdığı ayaklanmaları nasıl bastırıyordu?Bunları yeterince biliyor, tartışıyor muyuz?

•••

Osmanlı adalet anlayışı, kuramda, “Siyasetname; Nasihatname; Pendname; Kâbusname” gibi çeşitli başlıklar altında sayısız eserde ve buhran zamanlarında da padişahların yayımladıkları “Adaletname”lerde ifadesini bulmuştur. Bunlardan Kınalızade Ali Efendi’nin “Ahlak-ı Alâi”si (16. yüzyıl; yeni baskı İz yay. 2005), Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sı ile birlikte, yakınlarda bizdeki “Asya Tipi Üretim Tarzı – ATÜT” tartışmalarında temel referans olmuştu. Bu anlayış esas olarak Aristoteles’in “altın kural”ı sayılan “itidal” (ılımlılık) ilkesine dayanıyordu.

•••

Kitaplar ve fermanlar bunu yazıyordu; oysa Osmanlı yazarlarının genellikle “fitne ve eşkiyalık” hareketleri olarak gördükleri halk ayaklanmaları sırasında, “saha”daki durum neydi? Başka bir deyişle Osmanlı’nın “terörle mücadelesi” nasıldı?

•••

Bu konuda tarihimize “Kuyucu Murat” diye geçen sadrazamın “Celali”lere karşı kullandığı yöntemler aklıma geldi. Yıllar önce ünlü vakanüvis Naima’nın tarihinde bunların nasıl anlatıldığını incelemiştim. Osmanlı devlet ve adalet anlayışının pratikte nasıl işlediği aslında bugün de tarihçilerimize temel kaynak teşkil eden vakayinamelerde anlatılmıştır.
“Osmanlı hasreti”nin ağır bastığı bu günlerde o çalışmamdan bir sayfayı alıntılamanın yararlı olabileceğini düşündüm. Bugün “Cihad” çağrılarında bulunanların bunları bildiklerinden emin değilim. Batılı tarihçilerin her yazdığını “oryantalist bakış açısı” diye aşağılayanlar hiç olmazsa Naima’yı okumalılar..

•••

Kuyucu Murat ve Celaliler.. (Osmanlı Çalışmaları, İmge yay. 4. baskı 2010).

“Kuyucu Murat Paşa, Derviş Paşa’nın 1606’da idam edilmesi üzerine Belgrat’tan çağrılarak sadaret mührü kendisine verilmişti. Derviş Paşa’nın idamı klasik çağda Osmanlı saray entrikaları ve gayrimüslim sarrafların dolaylı şekilde kullandıkları siyasal güçleri açısından açıklayıcı niteliktedir.

17. yüzyılın ünlü vakanüvislerinden Naima’nın anlattığına göre Derviş Paşa Yahudi sarrafına olan borçlarını çok bulmuş ve ödemeyeceğini hissettirmişti. Sarraf da Paşaya yaptırdığı konağa, padişah sarayına doğru giden gizli bir kanal ilave ettirmiş ve daha sonra da Paşa’nın düşmanı olan kapıağasına giderek “Padişaha vezirin suikasti vardır” diye ihbarda bulunmuştu. Derviş Paşa bu ihbar üzerine idam edilmiştir. (Naima Tarihi; İstanbul, 1968, cilt I, s. 472).

Murat Paşa daha önce dört yıl Yemen valiliğinde bulunmuş ve çok servet yaptığı için yiyicilikle suçlanarak azledilmişti. Hatta bir süre de Yedikule zindanlarında hapsedilmişti.(Cengiz Orhonlu; İslam Ansiklopedisi, Kuyucu Murat Paşa) Ancak otoriter ve enerjik kişiliği dolayısıyla iç isyanlar sırasında yeniden kendisine ihtiyaç duyuldu ve veziri azamlığa getirildi.

•••

Murat Paşa, Anadolu ayaklanmalarını bastırmaya başlayınca bazı başkaldırmış liderler kendisine katılmak istemişlerdi. Bunlardan Saraçzade Ahmed, Konya’da kendisine baş eğmiş ve kuvvetleriyle Murat Paşa’ya iltihak etmek istemişti. Kuyucu Murat’ın “kaç kişiyle bana yardım edebilirsin?” sorusuna “30.000 kişiyle” cevabını veren Saraçzade derhal öldürüldü. Çünkü 30.000 kişiye hükmeden biri, Murat Paşa’ya göre çok tehlikeliydi.

Aydın civarında ayaklanan Yusuf Paşa ise Osmanlı yönetimi için ayrı bir tehditti. Anadolu’daki birçok lider gibi Türkmen asıllı olan Yusuf Paşa, Naima tarihinde “Türk-i bed liva” (çirkin suratlı Türk) olarak tanıtılır (Cilt II, s. 536). O da, kendisine sözde Karaman beylerbeyliği verilerek İstanbul’a davet edilmiş ve orada tuzağa düşürülerek öldürülmüştür.
Bu gibi tuzakların dışında, Murat Paşa’nın sistemli bir şekilde kullandığı yöntem kırım yöntemiydi. Sadece ayaklanma halindeki halkı değil, ayaklanma potansiyeli sezdiği herkesi acımasızca katletmişti. Naima, eserinde cellatların, yeniçerilerin ve içoğlanların bile öldürmeyi reddettikleri yok edilmiş bir Celali’nin küçücük, yetim çocuğunu, Paşa’nın kendi elleriyle nasıl boğarak kuyuya attığını anlatır. Kuyucu Murat bu cinayetini, “Malumdur ki Kalenderoğlu ve Kara Said gibi eşkiyalar anasından at ve mızrak ile doğmadı. Hep böyle çocuk idiler. Sonradan büyüyüp âlemi fesada verdiler…” diyerek savunmuştur. (Naima; II, s. 577)

Murat Paşa’nın ayaklanmayı bastırma eylemlerinin özü son olarak verdiğimiz örnekte yatmaktadır. Ne var ki bunun bedeli Anadolu halkı için çok ağır oldu. Osmanlı tarihçilerine göre Kuyucu Murat Paşa 70.000-100.000 arasında köylüyü kılıçtan geçirmiştir. İşin ilgi çekici yönü de Murat Paşa’nın bu kırımcı politikasının Osmanlı ideolojisinde övgüsünün yapılmasıdır. Naima tarafından “bütün büyüklükleri nefsinde toplamış” bir “merdi meydan ve pehlivanı devran” olarak övülen Kuyucu Murat Paşa (Naima; C. II, s. 566-567), Osmanlı Devletinin klasik çağda kendine özgü merkeziyetçiliğinin simgesidir.”

•••

Kitabımdan yaptığım alıntı burada noktalanıyor. Kuşkusuz Osmanlı mirası Kuyucu Murat ve benzerlerinden ibaret değildi. Onun yanı sıra, Kanuni’ler, Sokollu’lar, Fazıl Ahmet paşalar (vb) da bu mirasın bir parçasını teşkil ediyor. Ne var ki her buhran döneminde yeni “kuyucu”lar da hortlamaktan geri kalmıyor. Ve “Cihat” çağrılarının çoğaldığı, “Barış” diyenlerin gözaltına alındığı bugünlerde tüm hakseverlere de direnmek kalıyor. “Fitne”cilik, “eşkıya”lık suçlamalarına aldırış etmeden..