Mert Küçülmez Bahar aylarında yağan yağmur beni hep depresif yapmıştır. Tıpkı bir emekçinin hafta sonunu iple çekmesi gibi, ben de yazı iple çekiyordum. Yağmurlu bir pazar sabahıydı, henüz çok küçük yaşlarında olan kızım, içerisinde özel cümlelerin yazılı olduğu küçük kare kâğıtlarla dolu bir kavanoza elini daldırdı. Gözlerini yumdu ve şöyle bir karıştırdıktan sonra bir tanesini […]

‘Bir öteki Babalar Günü’

Mert Küçülmez

Bahar aylarında yağan yağmur beni hep depresif yapmıştır. Tıpkı bir emekçinin hafta sonunu iple çekmesi gibi, ben de yazı iple çekiyordum. Yağmurlu bir pazar sabahıydı, henüz çok küçük yaşlarında olan kızım, içerisinde özel cümlelerin yazılı olduğu küçük kare kâğıtlarla dolu bir kavanoza elini daldırdı.

Gözlerini yumdu ve şöyle bir karıştırdıktan sonra bir tanesini seçip, henüz yeni başladığı okumasıyla yavaş yavaş heceleyerek okumaya başladı. Şöyle yazıyordu; “ Sen yanımdayken ayaklarım yere daha sağlam basıyor, babacığım.” O, heyecanla bunları okurken, içimde alışık olmadığım bir mahcubiyet hissettim, elbette gururlanma ve omuzlarımda yeniden hissettiğim o sorumluluk duygusuyla. Sanki şövalyelik unvanı almışım gibi. Minik ağzının içerisinde zorla döndürebildiği diliyle, tatlı tatlı hecelerken karşısındakine nasıl bir sorumluluk yüklediğinin farkında mıydı? Sonsuza kadar senin görünmeyen koruyucu meleğin olacağım kızım. Ben tüm bunları düşünürken şunu ekledi; “Kendimi garip hissettim.” “Neden?” diye sordum. “Sana baba demek, yani senin sakalın yok. Arkadaşlarımın babalarında hep var. Normalde babaların sakalı olur.” Böyle anlarda bir çocuğa verilecek cevaplar hayati önem taşıyabiliyor. Aklın karışmaması, kuşku kalmaması için. En azından benim için böyle. Tek sorun düşünebilecek çok zamanın olmaması. Birkaç saniyelik sessizlik sonrası şunlar çıktı ağzımdan; “Evet, bazı insanların sakalları daha az olabilir, ya da hiç olmayabilir.”

Düşünceli bir sessizliğin ardından duvarda asılı resmime gözlerini dikti ve “ buradaki halin kıza benziyor sanki “ dedi. “ evet, insanlar gelişiminin bir evresinde kadına ya da erkeğe benzeyebilirler” dedim. Daha ne diyebilirdim bilemiyorum. Kendimi kötü hissetmiştim. Sanki bu benim için kanayan bir yara, bir eksiklik gibiydi. Eksiklikten ziyade göstermek istemediğim kamburum… ve bir şekilde bu durumla yüz yüze geliyordum.

“Normal” kelimesini merak edip anlamına bakma ihtiyacı duymuş muydunuz bilmiyorum. Sanırım önüme bu kadar fazla çıkan, dayatılan bu kelimenin sözlük anlamına artık bakma ihtiyacı hissetmiştim.

Normal: Alışılagelene, kurala uygun olan, şaşılacak bir yönü bulunmayan, olağan, doğal. Normalleştirilmek: Normal duruma getirilmek, normalleşmesini sağlamak.

Bizlere bebekliğimizden itibaren öğretilen normal kavramı kime aitti? Evet görüntüm tarif edilen klasik bir baba normlarını karşılamıyordu. Yani bilirsiniz, sakal, bıyık, belki göbek, en taze, toy dönemlerini geçirmiş… Tek tip bir baba ya da anne figürü oluşturma çabası içindeki insanlardan değildim. Monotonlaşan evliliğimi kurtarma düşüncesiyle de çocuk sahibi olmadım. Bu evren bana güzel bir hediye verdi ve özlediğim babalık duygusunu kızımla yaşamaya başladım.. Kızım, bana baba demek istediği andan itibaren, o tek tip babalardan biri olmayacağıma dair kendime bir söz vermiştim. Ama kızım için bu yadırgatıcı bir durumsa o zaman ona şöyle diyebilirdim; tatlım istiyorsan bana “abi” diyebilirsin.

Kendi benliğime kız kardeşim gözüyle mi bakmalıydım? Tüm geçmişimi yırtıp atıp, diğer beni öldürmeli miydim? Ki buna olağanca enerjimi harcasam da başarabilecek miydim? Tüm delilleri, hatıraları, belki de sevdiklerimi ortadan kaldırsam. En azından bir süreliğine. Ya da olduğum gibi görünüp, zamanı geldiğinde derinlemesine paylaşabilirdim. Hangisini seçeceğime dair en ufak bir fikrim yoktu, ikisi de zor olan seçenekti. Zamana bırakmak istedim ve öyle de oldu.. Gerektiğinde kendimin kız kardeşiydim, bazı zamanlar asistanı.. Uzun bir zamandan sonra bir gece rüyamda, içinde aynı ruhu taşıyan, ancak çok geçmişte bıraktığım bedenimi gördüm. Ölümcül bir hastalığa yakalandığım için ani bir kararla beni klonlamışlardı. Ama bana ne olacağını, beni neyin beklediğini hiç bilmiyordum. Okyanusa atlamışım gibi. Kendimle karşılaştım. Boş bir avluda ağır adımlarla volta atarcasına yürüyordu. Etraf kalabalıktı. Gözlerim dolu bir şekilde yanına gittim, Ona baktım, kalabalığın içinde yalnız gibiydi, sarıldım ve ağlamaya başladım. Sanki orada Onunla vedalaştım, vedalaşmak zorunda kaldım ama aklım ve yüreğim Onda kaldı. Silip attırmak istedikleri geçmişimle barışmam gerektiğini, ancak bu şekilde kendimi koşulsuz seveceğimi o zaman fark ettim. Geçmişime sarıldım, sahiplendim, o bir başkası ya da kız kardeşim değildi; bendim!

Ve sevgili kızım, şimdi sana bir şey söylemeliyim. Evet, bir dönem “alışılmış haliyle” kıza benziyordum, sakalım yoktu. Çünkü ben; senin anlayabileceğin haliyle, pembe bir bedene hapsolmuş harikuladede bir ruh ve mavi bir beyinle dünyaya geldim. Bana bunun nedenini sorma.

Bazı çocuklar Trans doğar.