KCK’lılar içerde; takip, baskı ve tehdit altında. Hizbullahçı katiller ise serbest, sahada, iş başında; hükümetin inayetiyle

KCK’lılar içerde; takip, baskı ve tehdit altında. Hizbullahçı katiller ise serbest, sahada, iş başında; hükümetin inayetiyle: Görevleri, başbakanın ‘şaibeli’ ilân ettiği oyları izale etmek, terör marifetiyle. Polisin Hizbullah’a yakın kuruluşları basıp, kişileri tutuklaması ise, tam bir göz boyama  -dostlar alış verişte görsün-, ama esas olarak da Hizbullah tabanına bir uyarı ve tehdit: Bizden bağımsız davranmaya kalkışmayın; bizi destekleyeceksiniz, yoksa…

AKP, 12 Eylül’ün en has evladı, en sadık bekçisi: Halka siyaseti yasaklıyor. En pasif katılım bile yüzde on barajıyla engelleniyor; mebuslar milletin değil, parti başkanının vekilleri; partilere hazine yardımı tam bir soygunculuk; doğrudan siyasete katılmak ise büyük parasal güç istiyor.

Halkın siyaset dışı tutulması ölçüsünde, AKP, her şeyi kapalı kapılar ardında gizli pazarlıklar yoluyla kotarmaya yöneliyor. Pazarlık, tarafların pazarlık güçleri üzerinden yapılır; kısacası ‘gücü gücü yetene’: Etik’in devre dışı bırakılması; dolayısıyla, alabildiğine şantaj,  tehdit, rüşvet, gerekirse de taviz. Her şey kaçak/kaçamak; en bariz örnekleri ise gece yarısından sonra ‘oldu-bitti’ye getirilen yasalar; ama, en müptezelcesi ‘Torba Yasa’lar: Yüzlerce madde, bir birleriyle tümüyle alakasız, en kabûl edilemezleri araya sıkıştırmak üzere.

AKP’nin görünür, halka gösterilen yüzünde ağır basan ise, en aptallara göre düzenlenmiş dramatik karnavallar: Başbakan, Ahmedi Hani’den, Ahmet Kaya’dan bahsedince “işte, bu” deyip gözü yaşaranlar var; hele bir de Şivan Perver’e konser verdirtsinler, mesele halloldu demektir.

Aslında, karşımızdaki müthiş uyanık ve her bakımdan fevkelade kıvrak bir işportacı. Mahmutpaşa’da ‘ikizlere başlık’ diye pazarladığı sütyeni iki parçaya ayırıp, cami kapısında namaz takkesi, Yahudi mahallesinde de kippa diye satmaya kalkan cinsinden; tabiî bu arada, zabıtayı da önceden ayarlamış rüşvet karşılığı, müşteriler daha durumun farkına varmadan gelip kendisini kovalasın diye: Sadece milletin parasını geri verip üstüne de bir ton dayak yemekten kurtulmuş değil, ayrıca çoluğunun çocuğunun ekmek parasını kazanmak isterken zalim üniformalının gadrine uğramış fukara esnaf olarak vicdanlarda kendine bir yer edinmiş de oluyor.

Alevî, Kürt, Roman ‘açılım’ları… Her şeyden önce, Çingene yerine Roman kelimesini kullanmak, başımı örteceğim diye kıçını açmak gibi bir şey: Roman diyen, kendisini hümanistmiş gibi pazarlamaya çalışırken suçüstü yakalanmış hem iğrenç hem de fevkelade ahmak bir ırkçıdır; zira, kendisinin gözünde Çingene olmak o kadar kötü bir şeydir ki, adını bile açıkça telaffuz etmemek gerekir.

AKP,  ahlakî bir özne olarak ‘insan’ ve bunun siyasal/hukuksal karşılığı olarak ‘vatandaş’ kavramına ulaşamamış ‘Aydınlanma-öncesi’ bir zihniyetin taşıyıcısıdır: ‘İnsan’ın hukuksal karşılığı durumundaki ‘vatandaş’ı işlemsel kılacak herhangi bir siyasal proje üretmesi kendisinden beklenemez. Ancak, AKP sadece felsefî kıraçlığından ve siyasal yavanlığından ibaret masum bir ‘immature’ değil, tam tersine bu varlıksal eksikliğini kurnazlıkla kapatmaya çalışırken aynı ölçüde gözü de karalaşan bir siyasal aktördür: Kürt, Alevî veya Roman ‘açılım’ı dediği anda, her şeyden önce bu kategoriler çerçevesinde bir temsil sorununu da yaratmış, dolayısıyla bu insanları kendi aralarında çatışır kılmanın tohumlarını da atmış olmaktadır. Ancak, Kürtler, Alevîler ya da Çingeneler kendi içlerinde ‘kim bizi temsil etme hakkına sahiptir’ kavgasına girerken, toplum da Alevîler-Alevî olmayanlar, Kürtler-Kürt olmayanlar vb… temelinde ayrıştırılmış olmaktadır.

Bu noktadan sonra tek örnek üzerinden gidersek, ‘açılım’ hikayesi sayesinde, AKP bir yandan Kürtlere yeni haklar vermek isteyen, ancak önü sürekli olarak Kürt olmayan (günün şartlarına göre statükocu, ırkçı, Ergenekoncu, darbeci vb… olarak suçlanacak) unsurlar tarafından engellenen özgürlükçü demokrat rolünü oynama; özgürlükler ve haklar konusunda aslında hiçbir adım atmayıp staküyoyu muhafaza ederken kendisini temize çıkartma fırsatı bulmuş; bunun da ötesinde, sömürenle sömürülen, ezenle ezilen arasındaki çelişkiyi etnik eksenli bir karşıtlık ve çatışmanın gölgesiyle perdeleterek doğrudan temsilcisi olduğu korsan (kayıt dışı, kaçak, kaçamak, gece-kondu/türedi) kapitalizmi sadece hedef ve sorgulanır olmaktan çıkartmış değil, milliyetçi dinamiklerden de beslenebilir kılmış olmaktadır; daha doğrusu, böylesi bir oyunun peşindedir.

Bu oyunun tutmadığını gördüğü ölçüde ise, kendi gerçek yüzünü ortaya çıkartması kaçınılmazdır: Dinsel motiflerle süslenmeye çalışılsa da, aslında en ilkel ve ilkesizinden bir pazarlamacı faşizmi.