Bir politik sindirme tarzı olarak çocuk tecavüzleri

Çocuklara yönelik cinsel eylem söz konusu olduğunda taciz mi, istismar mı, tecavüz mü tartışması yapmak ne bilimseldir ne de ahlaki. Bir çocuğa yönelik cinsel saldırı, saldırının niteliği ne olursa olsun tamamlanmış tecavüz olarak anlaşılmalıdır. Çocuğun bedeni bir bütündür ve herhangi bir bölümü bir diğerinden değersiz ya da daha önemli değildir.

Cinsel saldırının cocuğun ‘cinsel organlarına’ yönelik olup olmaması, eylemin derecesi vs gibi değişkenlere göre cezanın şiddetinin değişmesi, erkek egemenliğinin yeniden üretiminden başka bir değer taşımaz. Çünkü, çocuk için cinsel organ, bekaret, cinsel ilişki gibi kavramlar bir anlam içermez. Mahkemelerin bu yaklaşımı aslında çocuğa cinsel olgunlaşmasını tamamlamış bir erişkin gözüyle bakıldığının itirafıdır.

Çocuklara yönelik cinsel saldırı yapanların tümünün Pedofili hastaları olarak görülmesi bilinçli ya da bilinçsiz bir çarpıtmadır. Aynı şekilde erkek çocuklara cinsel saldırıda bulunan saldırganların da eşcinsel oldukları kabülü saptırmadır. Pedofili bir ruhsal hastalıktır ama çocuk tecavüzü faillerinin tümünü kapsamaz. Bu ön yargı/ mit toplumsal sorumluluğu da örttüğü için muktedirlerin en çok kullandıkları yanlış bilgilerden biri. Çocuk tecavüzcülerinin çok büyük bir bölümü işinde gücünde erişkin heteroseksüel erkekler! Failleri pedofili olarak tanımlamak suçu psikiyatrize ederek; eşcinsel olduğunu iddia etmek ise suçu ‘marjinalleştirerek(!)’ toplumsal sorumluluktan kurtulma iki yüzlülüğünden başka bir anlam taşımıyor.

Bu yanılgılardan sıyrılıp kaba gerçeğe bakıldığında çocuk tecavüzcülerinin sıradan, ortalama, erkekler olduğu açığa çıkar. Öğretmen, polis, manav, doktor, asker, imam, siyasetçi diye bütün meslekler sayılabilir.

Çocuk tecavüzleri, LGBT bireylere ve kadına yönelik şiddet arasında dolaysız bir bağlantı var. Çocuklarla cinsel ilişki ve çocuklara tecavüz, insanlık tarihi boyunca hep olmuş. Bütün kültürler ve iktidar sistemleri bir insanın kaç yaşına kadar çocuk olarak kabul edileceğini, kaç yaşından sonra ise “erkekler için bir haz nesnesi” olarak kabul edileceğine dair düzenlemeler yapmış. Hangi dinciye sorsanız size kız çocuklarının adet görmeye başladıktan sonra kadın olarak kabul edileceklerini söyler. Ardından da ekvatora yaklaştıkça kızların adet görme yaşlarının sıcak iklim ve yerçekiminin daha fazla olması nedeniyle küçüldüğü bilimsel (!) gözlemini ekler. Bu anlayış kadını sadece biyolojiden oluşan bir haz ve doğurganlık nesnesi olarak görür. Adet görmenin yalnızca biyolojik bir değişim, cinsel olgunlaşmanın ise ruhsal ve bilişsel bir gelişim olduğunu kabul etmez. Hele kadının özgür iradesiyle cinselliğini belirleyebilme hakkı onlar için kabul edilmezden öte korkutucudur da. Erkeklik savaşçılık, güç, oy kullanma yetkisi ve erkek olmayanlarla rıza gözetmeden cinsel ilişki kurma hakkına sahip olmak olarak inşa edilir.

Çocuk pornografisinin, kadın ve çocuk ticaretinin, çocuk tecavüzünün ve kadına yönelik şiddet ve tecavüz seksenlerden bu yana tüm dünyada artıyor. Türkiye bu artışın en çarpıcı olarak görüldüğü ülkelerden biri. Neoliberal ekonomik düzenin askeri darbeler, savaşlar aracılığıyla yerleştirildiği bölgelerde yeni muhafazakarlığın alameti farikası heteroseksisterkek egemenliğinin yükselmesi ve kadının köleleştirilmesi oldu hep. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri için de geçerli. Orada da seksenlerden bu yana kadına yönelik şiddet ve tecavüz artıyor, tıpkı çocuk tecavüzü ve çocuk pornografisinin artması gibi.

Bu ekonomik düzende kadına biçilen rol istihdam alanından çıkarak eve kapanmak ve ucuz iş gücü için kuluçkaya yatmaktan öte değil. Cinsiyet rolünün böyle tanımlanabilmesinin yolu, erkeği ve erkekliği yücelten, erkek olmayı güç, denetim ve otorite ile eşleştiren bir anlayışın yerleşmesiyle mümkün. Çocuklar, göreli güçsüzlükleri, boyun eğicilikleri, korkmaları ve karşı koyamamalarıyla yeni tip erkekliğin birincil hedefi haline gelmiş durumdalar. Erişkin ve özgür iradesiyle hareket eden bir kadın karşısında ezilip, büzülecek, iktidarsızlaşacak erkek, küçük bir çocuk karşısında kendisini muktedirin gücüne kavuşmuş gibi hissediyor.

Bu etkenler çocuk tecavüzlerinin neden dini kurumlarda, kiliselerde, Kuran kurslarında, karma eğitimin olmadığı okullarda daha yaygın olduğunu gösteriyor.

Dini kurumlar, denetimsiz kurslar otoritenin sorgulanamadığı, boyun eğişin tanrısallaştırılarak meşrulaştırıldığı, kapalı yapılar. Bu yapılar zaten güçsüz olan üzerinde gücünü göstermeyi amaçlayan çocuk tecavüzcülerinin sığınakları. Dinin bağlayıcı, köleleştirici erkek gücünü dayatması iktidarın köleleştirici gücünü de meşrulaştırıyor.

Türkiye’ de, dünyanın geri kalanında olduğu gibi otokratik, totaliter yönetimlerin güçlenmesi ile muhafazakarlık ve dindarlaştırılma birbirini besleyen dinamikler olarak çalışıyor. En tepedekinin despotluğu, gücü yetenin gücü yettiğine zulmettiği bir anlayışı toplumun tümüne bulaştırıyor. Böylece dayak yiyen, cinsel saldırıya, tecavüze maruz kalan her kadın, çocuk, LGBT birey iktidarın tepesindekinin gücünün yeniden üretilmesini sağlıyor. Gücü yetenin kazanacağı, zayıfın ise hakkının olmadığı anlayışı vahşi kapitalizmin hayat anlayışından öte bir değer taşımıyor.

Çocuk, kadın, LGBT bireylerin özgürlük mücadelesi, ancak muktedirin erkeği (errkek) olmak istemeyen erkeklerin de mücadeleye katılmasıyla başarıya ulaşabilir.

Erkekler, errkek olmaktan vazgeçerek, iktidardaki despotun boyunduruğundan kurtulabileceklerini görebildikçe bu düzen değişecek...