Yeni yıla sayılı günler kaldı. Geriye dönüp bir ‘yıl dökümü’ yapma zamanı. Çerçeveyi sınırlamakta yarar var. Pandeminin yol açtığı tüm olumsuzluklara rağmen karşımıza çıkıveren güzel sürprizler de yok değil.

Bir salgın yılından geriye kalanlar

2020’nin bitimine birkaç gün kala, geriye dönüp bir ‘yıl dökümü’ yapmanın zamanıdır. Elbette, bu dökümün çerçevesini sınırlamakta yarar var. Covid-19 salgınının dünyada ve ülkemizde yol açtığı ekonomik ve sosyal felaketleri, siyasetçilerin yalanla peynir gemisi yürütme çabalarının nasıl tökezlediğini başka köşelere bırakarak, ‘pandemi’nin sanat alanına verdiği zararlar ve tüm bu olumsuz koşullara rağmen karşımıza çıkıveren güzel sürprizlere yer vermek istiyorum bu haftaki yazımda.

Elbette, öncelikle sanat dünyasının yıl içinde yitirdiği tüm değerleri saygıyla selamlamak isterim. Bir de, bugün 105. Yaş gününü kutlayacağımız büyük usta Aziz Nesin’i… Dünya mizah yazınının büyük ustasını bu akşam 19’da İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin platformu İzmir Tube’da Ali Nesin, Genco Erkal, Ataol Behramoğlu ve Müjdat Gezen’in katılımıyla anacağız. Elbette, yayın saati sonrasında da izleyebilirsiniz, İzmir Uluslararası Mizah Festivali’nin tüm diğer programları gibi… Mizah Festivali’nden söz etmişken, 23 Aralık’ta “Dünya Karikatüründe Toplumsal Eleştiri ve Mizah” konulu programı izlemenizi önermek isterim. Hem yaşadığımız yılın, Amerika’dan Etiyopya’ya, Japonya’dan Avrupa’ya farklı kültürlerin karikatür sanatçılarınca nasıl yorumlandığını, hem de ülkemizdeki tutucu anlayışın sanata ve sanatçıya nasıl hoşgörüsüzlükle yaklaştığını görebilmek için. Son haftada bir İzmir gazetesinin manşetinden inmedi festival. Nedeni, Fransa’nın önde gelen çizeri Plantu ile ünlü İsrailli çizer Michel Kichka’nın bu programa katılması… AKP’li, MHP’li ve Vatan Partili yerel politikacılar demeç üstüne demeç patlatıyor. Program derhal durdurulmalıymış, çünkü bunlar Türk düşmanıymış. Bir başka ülkede, devlet başkanını eleştiren bir karikatürün yasaklanmaya çalışıldığını görebilir misiniz? Totaliter rejimler dışında elbette…

BARIŞ KORKUSU

Peki, üç partiden gelen bu saldırılar karşısında, muhalefet cephesinin suskun kalmasına ne demeli? Küçük bir araştırma ile, iki sanatçının da önceki yıllarda ülkemize davet edildiğini, sergilere katıldığını, hatta AKP’li yetkililerin onların sergisinde boy gösterdiğini, bir bakanın odasına Plantu’nun karikatürünü asarak poz verdiğini görebilir, iki karikatüristin de uluslararası “Barış İçin Karikatür” platformunun üyesi olduğunu, örneğin İsrailli Kichka’nın kendi ülkesinin politikasını eleştirip, Filistin halkının mücadelesine destek verdiğini öğrenebilirlerdi. Plantu’nun Işid’li terörist kadınları çizdiği karikatürünü her gün sayfasına taşıyan gazeteye ve bu provokasyona sahip çıkan yerel politikacılara gelince, Işid’li teröristlerin incinmesinden mi rahatsız oluyorlar acaba? Ne ilgisi var bu konunun bizim ‘milli ve manevi değerlerimiz’le…

Bu olay, iki açıdan önem taşıyor. Bir yanıyla, 2020 Türkiye’sinin ifade özgürlüğü bağlamında arpa boyu bile yol kat etmediğini, diğer yanıyla, platformların sanat dünyasında belirleyici rol oynamaya başladığını gösteriyor. Nitekim, 2020 Mart’ındaki ‘kapanma’ ile birlikte, pek çok etkinlik sanal ortama taşındı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Film ve (kısmen) Tiyatro Festivallerini, Tasarım Bienali’ni çevrimiçi ortamda gerçekleştirirken, İş Sanat’tan Salt’a, Zorlu PSM’den Borusan Sanat’a, müzelerden galerilere pek çok kuruluş etkinliklerini kendi siteleri ya da YouTube üzerinden yayınlamaya başladılar. İstanbul, İzmir ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri de festivallerini sanal ortama kaydırırken, pandemiden zarar gören tiyatro ve müzik topluluklarına destek olmak amacıyla, oyun ve konser satın alarak, kendi platformlarında yayınladılar.

SANAL DÜNYAYA YOLCULUK

bir-salgin-yilindan-geriye-kalanlar-818984-1.

Elbette, dünyadaki gelişmelere paralel bir tercihti bu. Sonuçta seyirci, bir sanat bombardımanı altında kaldı. Biraz zorlayıcı olsa da, sonuçta herkes kendi tercihini ortaya koymayı öğreniyor. İstanbul Film Festivali’nin ilk yıllarında da, benzer bir eleştiri vardı. Çok fazla film var, seçmekte zorlanıyoruz diye… Ama giderek alışıldı; herkes kendi filmini seçmeyi öğrendi. Belki, önemli bir yararı da olmuştur bu ısrarımızın. Çoğulculuğun demokrasinin gereği olduğunu, yukarıdan dayatılan tercihler yerine, herkese kendi özgür seçimini yapabilme olanağı sağladığını göstermesi açısından…

Bu genellemelerin ardından, dilerseniz geçen yılın iz bırakan ürünlerine kısaca değinelim. Sinema dünyası, pandemiden en çok etkilenen sektörlerden biriydi. Pek çok ülkede sinemaların uzun sürelerle kapalı kalması, Netflix gibi dijital platformlar için büyük bir olanak yarattı. Geçen yıl, sinema salonlarının açık kaldığı kısa dönemlerde çok az sayıda film vizyona çıkabildi. Pek çok proje de, yapımcı bulmakta zorlanınca, meydan dijital platformlara kaldı. Geçen yılın en önemli filmlerinin Netflix yapımı olması şaşırtıcı değil bu yüzden.

GEÇMİŞLE YÜZLEŞME

Yılın filmleri arasında, geçmişin izini süren yapımlar ön plana çıkıyordu. İzleyebildiklerimden, yılın en başarılı yapımı diyebileceğim, David Fincher’in “Mank”ı, Orson Welles’in ünlü filmi “Yurttaş Kane“in senaristi Herman Mankiewicz’in kişiliği üzerinde odaklanıyor ve Welles’e mal edilen bir başarının gerçek yaratıcısını yakından tanımamızı sağlıyor. Elbette, bir belgesel değil, kurmaca bir film bu, ama seyirciyi yaratma süreci üzerinde düşündürürken, Amerikan politikasının 30’lu-40’lı yıllarına, MGM stüdyosunun patronu L.B. Mayer ve medya imparatoru Hearst arasındaki ilişkilere ışık tutuyor. Tutucu Cumhuriyetçi adaya karşı Demokrat partiden aday olan solcu yazar Upton Sinclair’in serüvenine de tanıklık etme olanağı veren film, başta Mankiewicz’i oynayan Gary Oldman ve tüm oyuncu kadrosunun performansları, müthiş bir görüntü yönetimi, senaryo ve müzik işbirliği ile dört dörtlük bir seyirlik…

Yılın önemli yapımlarından bir diğeri, gene Netflix yapımı olan, Spike Lee imzalı “Da 5 Bloods”. Vietnam Savaşında Amerikan ordusunda savaşmış dört siyah Amerikalı askerin, savaşta yitirdikleri beşinci arkadaşlarının ölüsünü bulmak amacıyla yıllar sonra Vietnam’a dönmelerini ve kardeşlik, dayanışma duyguları ile maddi kazanç hırsı arasında bocalamalarının öyküsünü çarpıcı bir sinema diliyle anlatıyor Spike Lee. Ülkesinin, görmek istediği gibi bir ülke olmadığını vurgularken, tıpkı “Mank”da olduğu gibi, farklı zaman dilimleri arasında gidip geliyor, seyircisini hiç zorlamadan… Siyah Amerikalının acılarla yüklü serüvenini konu alan bir başka yapım da, başrolündeki Viola Davis’e ikinci bir Oscar kazandırması muhtemel olan “Ma Rainey: Blues’un Annesi”. Ve, Aaron Sorkin’in yakın tarihteki bir yargılamayı konu alan “Chicago 7’lisi”… Onlar da, bir Netflix yapımı. Bakalım, yabancı sinema yazarlarınca ‘yılın en iyi filmi’ olarak değerlendirilen, Chloe Zhao’nun “Nomadland”ını ne zaman izleyebileceğiz?

Bazıları 2019 yapımı olsa da, Türkiye’de 2020 İstanbul Film Festivali’nin çevrimiçi gösterimlerinde izlediğim üç Latin Amerikan filmi de, benim yılın en iyileri listemde yer alıyor. Patricio Guzman’ın yönettiği Şili-Fransa yapımı belgesel “Rüyaların Dağları”, Zacharias Mavroeidis’in Yunan İç Savaşı’ndan günümüze bir çizgi çeken “Geçmişin İzleri” ve Guatemalalı yönetmen Jayro Bustamante’nin “Ağlayan Kadın”ı. Üçü de, ülkeleri demokrasiye geçtikten sonra karanlık geçmişleri ile hesaplaşan filmler… Ve, hesaplaşmayı konu alan iki Avrupa filmi, Roman Polanski’nin “İtham Ediyorum”u ile Pietro Marcello’nun “Martin Eden”i. Geçen yıldan kalan bir film olsa da, Filistinli yönetmen Elia Süleyman‘ın “Burası Cennet Olmalı”da benim tercihlerim arasına giriyor.

Bizim sinemamız ise, bu hesaplaşmayı yapabilmek için daha ne kadar bekleyecek kim bilir? 2020’nin en başarılı yerli filmlerinden önceki yazılarımda söz ettiğim için yalnızca isimlerini vermekle yetineceğim. En başta üç film, Cenk Ertürk’ün “Nuh Tepesi”, Ercan Kesal’ın “Nasipse Adayız”ı ve Ümit Ünal’ın “Aşk, Büyü, v.s”si… Leyla Deniz’in “Bilmemek”i ve 2019’un sonunda gösterime giren Pelin Esmer’in “Kraliçe Lear”i ,de bu listede yer alabilecek nitelikli yapımlar. Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler”i ile Erdem Tepegöz’ün “Gölgeler İçinde”sini izleme şansım olmadı ne yazık ki… Nitelik açısından olmasa da, nicelik açısından çok kötü bir yıl yaşandı. Dilerim 2021’de, pandemi izin verir de, beyazperdede film izleme şansına kavuşuruz yeniden…