Mitolojik olarak her kültürde büyük bir tufan hikayesi vardır. Tufanın, tanrıları kızdıran insanlara verilen bir ceza olduğunu da biliyoruz.

Gılgamış destanı şöyle diyor: “Ogünlerde insanlar arttıkça arttılar. Yeryüzü dolup taştı ve topraktan göklere doğru vahşi bir boğa gibi böğürür oldular. Enlil duydu bunu, Tanrıların danışma toplantısında: “İnsanoğlunun yarattığı bu kargaşa çekilmez oldu, gürültülerinden ne uyuyabiliyoruz bir damla, ne dinlenebiliyoruz... ”

Sonu da bildiğiniz gibi kasırgalar, seller ve tufan... İnsanlık yine haddini aştı, tanrılar yine gazaba mı geldi, bilmiyorum ama doğaya karşı gücü artan insanın yine yeryüzünün dengesini bozduğu ortada... Bilim insanları kuşkuya yer bırakmayan uyarılarıyla bunu anlatırken, doğa da artan hava sıcaklıkları, seller, kasırga ve hortumlarla bizleri uyarmakta. Tabii bu konuları ülkenin bitmeyen siyasal kavgaları içinde fırsat bulursak konuşmak da zor; orası ayrı!...

Nitekim medya Suriye’de güvenli bölge pazarlıkları, AKP içinde ortaya çıkan ayrılıklar, Erdoğan-Davutoğlu çekişmesi, Babacan’ın kuracağı parti, İmamoğlu’nu “pejmürde“ etmek gibi tehditler, Kılıçdaroğlu’nun kavga istemeyen siyaseti gibi konularla dolu...

Bu cazip konuları enine boyuna konuşmak varken, dünyayı bekleyen tehlikeleri konuşup enseyi karartmanın ne lüzumu var!...

Ne yazık ki ben enseyi karartmaya devam edeceğim.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2010’dan bu yana her yıl güncelleyerek ve geliştirerek yayınladığı Emisyon Açığı Raporu’nun son basımına göre, 2018’de küresel karbondioksit emisyonlarındaki artışın hızlandığını ortaya çıkmakta. Şu anda 1 derece olan küresel ısınma 2 dereceye çıkarsa buzullardan okyanuslara, topraklardan ormanlara kadar tüm dengelerin altüst olup dünyanın yaşanamaz hale geleceği de biliniyor... Bunu önlemek için en başta sera gazı salınımlarını yarıya indirmek gerek ama hazırlanan Rapor’da ifade edildiği gibi bu yöndeki çabalar yetersiz ve başarısız...

Önümüzdeki günlerde (23-29 Eylül) BM’de yeni bir iklim zirvesi yapılacak; İsveç Parlamentosu önünde “Gelecek İçin Cuma Günleri” eylemini başlatarak tanınan 16 yaşındaki İsveçli Greta Thunberg da bu nedenle New York’a gitti...

Özetle dünya tehlikede; bu tehlike o ülke, bu ülke değil, tüm dünyanın ve tüm insanlığın başında... Aslında Greta’nın yaptığını da yalnız tehlikelere değil, içinde bulunduğumuz derin aldırmazlığa dikkat çekmek olarak yorumlayıp önemsiyorum.

Kuşkusuz yalnız değil; her ülkede bu konudaki duyarlılık ve sivil toplum hareketi yükseliyor ama siyasetçilerin bu seslere hala kulaklarını kapattıkları ortada; aralarında Trump gibi iklim değişikliğini “aldatma” olarak niteleyenler de az değil...

Öte yandan, ortaya konulan raporlar ve gösterilen duyarlığın gelip tıkandığı noktalarda az değil. Evet, daha önce yaşanmayan hava sıcaklıkları, seller, tayfunlar, hortumlar gibi afetlerle iklim değişikliğinin sonuçları çoktan kendini göstermeye başladı. Ama nedenleri yalnız gaz salınımları değil; gaz salınımlarını azaltmakla bu belayı başımızdan savuşturmak da pek mümkün görünmemekte. Endüstrileşmeyle başlayan küresel ısınmanın ana kaynakları durmadan artan üretim ve tüketim, kaynakların hızla ve yoz kullanımı... Asıl çare de, buarsız büyümenin sona ermesinde saklı...

Oysa hiç bir ülke buna yanaşmadığı gibi, gelişmekte olan ülkelerin haklı itirazları da var. Gelişmiş ülkeler bugüne dek dünyanın kaynaklarını kullanıp zenginleşmişken şimdi onların önüne küresel ısınmanın konulması ve kendileri için yeni külfetler getirilmesini haksız buluyorlar. Bunun tek çaresi de, var olan büyüme potansiyeli ve zenginliğin az gelişmiş ülkeleri kayıracak biçimde daha adil dağılımını gerçekleştirmekten geçiyor ama dünyanın bunu gerçekleştirmek bir yana düşünmekten bile ne kadar uzak olduğunu hepimiz biliyoruz.

Konunun, toptan insanlıkla ilgisi kadar siyasal görüşler açısından da tartışılması gerekiyor ama bunu başka yazıya bırakmak gerek.