Yüreğim pır pır. Bende kalan ne varsa hepsi elden geçecek şimdi, geçmişin izleri bir bir silinecek. Neyi beğenmezlerse atacak gelinlerim. Her seferinde ben biraz daha güçten düşmüş oluyorum, onlar hayatımı biraz daha işgal ediyorlar

Bir şeyler unutayım, vaktidir

NALAN ARMAN

Gözümü açtım. Uykuyla uyanıklık arasında duyduğum kapının ziliymiş. Ne zaman içim geçiverdi? Tüm gücümü toplayıp koltuğa dayanmasam kalkmakta zorlanacaktım. Kapıya varana kadar ses kesilmedi. Nihal’le Sevim gözlerinde yalancı bir merakla bana bakıp, neredesin anne yaa, diye söylendiler, on dakikadır zile basıyorlarmış sözüm ona. Bizimkiler nerede, diye sordum. “Nerede olacaklar, çalışıyorlar” dedi Sevim. “Seni biraz derleyip toplayalım diye geldik, kapıya kadar Arif bıraktı.”
Epey olmuştu iki oğlumu da görmeyeli. Arif kapıyı açmamı bekleyememiş, acelesi varmış, Semih de erkenden işe gitmiş. Kahve yapayım, dedim, istemediler, evde yemek yemişler, kahvelerini içmişler. Sevim bunları söylerken Nihal, bir elinde çöp poşeti, sehpadakileri bir bir poşete dolduruyor.

Bu sehpa benim her derdime devadır. Elimin altında olmasını istediklerimi dizerim üstüne, yorulmam. İki kumanda ordadır, hangi kanal kaç numaradan çıkıyor kağıdı kumandaların yanı başındadır, öyle olmazsa nasıl televizyon seyrederim? Ufak tefek saatçiğim, elektrik kesilince elim ayağım olan minik fenerim, ilaçlarım-hepsi de saatlidir, unutmaya gelmez-, el kremim, küçük pilli radyom – onu yatarken yanıma alırım-, lavanta kolonyam; yiyeceklerim, içeceklerim, sürahim, bardağım; iğne, iplik –lazım olunca bulması pek zor gelir- ve mutlaka bir çengelli iğnem hep ordadır.

Sabaha diye bıraktığım kurabiyeler boyladı poşeti ilkin, ardından meyveler. “Anne, bunların yeri burası mı?” diyor Sevim. Kim bilir neler kaybolacak ortadan, günlerce bulamayacağım.

Balkon kapısına yakın geniş koltuğa oturdum, dışarıya baktım. Sokak sessiz, hava soğuk.

Bu koltuk kocamındı, o evdeyken hiçbirimiz oturmadık. Nihat, çabuk öfkelenen bir adamdı, onu gergin yüzüyle hatırlıyorum, balkondaki küçük masaya bir başına oturmuş, bekliyor. Birazdan hatları gevşeyecek, bardağındaki kırmızı sıvı her yudumda biraz daha rahatlatacak onu; esmer, ince yüzü aydınlanacak. Evlendiğim adamı unuttum. Zaman zaman hatırlıyorum, çok seyrek ama. Arabayla doğuma gidişimiz hatırıma geliyor bazen, ama ilk oğlum mu ikinci oğlum mu doğacaktı, ikisi birbirine karışıyor, emin değilim. Bir çiftlik evine gidişimiz bazen gözümün önüne geliyor. Dağdan bayırdan bir sürü taş, şekline hayran olduğum kurumuş ağaç parçacıkları toplamıştım. Çocuklar babalarını seviyorlardı hâlâ, top filan oynamışlardı. Hatırladıklarımla kurduğum geçmişte, onun yeri balkondaki küçük masa. Canımı sıkan hiçbir şey yapmıyor, söylemiyor artık.

Eli ayağı tutmaz yaşlı bir kadına dönüşüyorum, biliyorum. Oğullarımın çocukluklarındaki çaresiz bakışları benim gözlerime yerleşmeye başladı. O çaresizliğe tutkuyla bağlanmıştım, ama aynı bakışlar aramızdaki mesafeyi arttırıyor şimdi. Onların reddedilmeyeceklerine sonsuz inançları karşısında benim reddedilme ihtimali taşıyan el uzatışlarım…

Sevim’le Nihal’in telaşlı hareketlerini seyrediyorum, alaycı bir nezaketle gerilmiş ağızlarını her gördüğümde dudaklarım kuruyor, sözcükler ağzımdan bir türlü çıkmıyor. Kendi evime yabancıyım şimdi, koltuğa yapıştım, kollarım, bacaklarım, gövdem hantal ve ağır; onları taşıyamıyorum. İyice ufalsam rahatlayacağım.

Nihal sandalyenin kenarına ilişip dirseklerini masaya dayamış, yorulmuş belli. Kirden yapış yapış tabaklara, bardakların dibinde kurumuş şeker ve kahve kalıntılarına lanet okuyordur şimdi. Bazen, bütün bu şeylerden kurtulsam, diyorum. Ev de rahat bir nefes alacak ama böyle bir ayrılığı yaşamaya gücüm yok. Dolaplarda, çekmecelerde biriktirdiğim; komodinlere, sehpalara dizdiğim irili ufaklı nesnelerin ilk hatıralarını kaybediyorum sanki, giderek birbirinin yerine geçiyorlar ama benden kaçamayacakları için onları sevmeye devam ediyorum.

Sevim telefonla yiyecek bir şeyler ısmarlayacak bir yerlerden. Epeydir gelmedik ya akşama kadar bitmez bu iş, diyor. Dur, diyorum, dolapta biraz sebze olacaktı, komşunun oğluna aldırmıştım geçende. Kalkıp bakmak istiyorum, kolumu koltuğun kolçağına uzatınca yan sehpadaki ağzına kadar dolu meyve suyu bardağı devriliveriyor. Sevim yüzünde bir tiksinti, bağırıyor.

“Bir bu eksikti”

Sakin ol, diyor Nihal, silmek için bir şeyler bulayım. Getireyim, diyorum, istemiyorlar. Onlar bulurlarmış. Nihal “Silme işine girişeceksek köşeye bucağa el atalım” diyor.
Yüreğim pır pır. Bende kalan ne varsa hepsi elden geçecek şimdi, geçmişin izleri bir bir silinecek. Neyi beğenmezlerse atacak gelinlerim. Her seferinde ben biraz daha güçten düşmüş oluyorum, onlar hayatımı biraz daha işgal ediyorlar. O ebeveyn banyolu odaya uzun zamandır kimse girmiyordu, ben bile kapısını açmaz olmuştum. Biliyorum ama, iki oğlumun küçüklükleri, genç kızlığım, topladığım taşlar, kurumuş ağaç parçacıkları; şekline şemaline, gönlüne hayran olduğum adamın hatırası, ki eli elime değmemiştir, hep ordadır.

Çöp torbaları dizildi kapının önüne, birazdan hazırlanmaya başlayacaklar. Müteşekkir olmalıyım, bunu bekliyorlar. Yüzümde, dilimde yalancı bir teşekkür; kalbim yaralı bir serçe onlara bakıyorum.