“Şimdi futbolsuz şehirlerde kırk gün kırk gece kutlanacaktır şampiyonluk..

“Şimdi futbolsuz şehirlerde kırk gün kırk gece kutlanacaktır şampiyonluk...”

Fenerbahçe’nin bitime iki kala Ankaragücü’nü yarım düzine golle geçtiği maçtan önce, NTV Spor’da Başkent ekibinin onursal başkanı (!) Melih Gökçek konuşuyor. Her zamanki asil üslubu ile doğuştan Fenerbahçeli olduğunu, adının eski zamanlarda Fenerbahçe’de forma giymiş Melih Kotanca’dan geldiğini, ancak Aziz Yıldırım’dan dolayı Fenerbahçeli kimliğini bir süreliğine dolaba kaldırdığını açıklıyor. Ne şirin! Mazisi yüz yıllık bir kulübün kendi kendini onursal ilan etmiş başkanı konuştukça, Başkent takımının sevdalılarının acısı yüreklerine akıyor. Ondan önce Başkent takımında oniki sene başkanlık yapmış, Fenerbahçe kongre üyesi kır saçlı adamın yerine gelen de bu vesileyle gideni aratmıyor.

***
“Gölgede ve Güneşte Futbol” kitabının yazarı Eduardo Galeano, futbolu, “zevkten zorunluluğa doğru uzanan hüzünlü bir öykü” olarak tanımlar. Uzaktan baktıkça, Andy Wachowski tarafından yönetilmiş, dünya sinema tarihinin en başarılı filmlerinden, başrolünü Keanu Reeves ve Laurence Fishburne’nun oynadığı 1999 yapımı ‘Matrix’ filmini hatırlatıyor Türk futbolu, içinde bolca Gökçek’ler barındıran hüzünlü öykümüz... Gerçek olduğundan çok emin olduğun bir rüya tadında... Uyanmadığımız sürece gördüğümüz rüyada yaşayıp gitme halleri...

***

Bir sezon daha geçti futbolsuz şehirlerden...

Bir sezon daha sahada oynanan futbolun kalitesinden başka herşey konuşuldu, yazıldı, çizildi. Kimilerinin kulağına fısıldandı, kimileri hakem odalarında azarlandı, kimilerinin yüreği yetmedi verilmesi gereken kararları vermeye, kimileri kararlar verdi çoğunluğu mutlu etme adına. Neticede ülkenin yüzde sekseni üç takımdan birinin taraftarıydı; neticede bizim futbol anlayışımız biraz farklıydı.

Sapır sapır dökülürken takımlarımız Avrupa arenalarında, Ulusal Takımını son 50 senede Dünya Kupalarında sadece bir kez görebilmiş futbolseverler futbol yalanıyla kandırılırken, gelenek bir sezon daha bozulmadı. Gary Lineker’in o güzel tanımlaması futbolumuza uyarlansaydı, “Futbolun 90 dakika süren ve sezon sonunda mutlaka bir İstanbul takımının şampiyonluğa ulaşacağı bir oyun olduğu” söylenirdi muhtemel... Ve bir sezon daha, rekabetsizlikle lanetli futbolumuzda şampiyonluk kupası yedi tepeli şehrin sınırlarından çıkmadı...

Bir sezon daha geçti futbolsuz şehirlerden...

Ama hakkını yememek lazım, bir sezon daha tribünler boş kalırken, dekoder satışları tavan yaptı; yurdun dört bir köşesinde televizyondan maç izleyenlerle doldu taştı kıraathaneler. Avrupa arenalarında dikiş tutturamamış misyonerler, transfer aylarında havaalanlarında davullar, zurnalar eşliğinde karşılanırken, alt yapılar bir sezon daha topyekün ıskalandı.

Gazetelerin spor sayfalarını o çok bilindik üç takımlı masallar süsledi yine. Gırtlağına kadar borçlu takımların transfer bombalarını yazdı gazeteler. Ama takımların kasalarında patladı o bombalar. Pazar akşamlarının saatler süren baygın spor programlarında spor yorumcusundan çok amigoyu andıran bilmiş adamlar, üç esas oğlanın maceralarını anlatırken, bol darbukalı bir mahalle düğününü andıran hazin fotoğrafa futbolun görünmez bir köşesinden bakanlar, kötü bir filmin figüranı olmaktan öteye geçemedi bir sezon daha...

Kurulduğu tarihten bu yana sadece beş takımın şampiyonluk yaşadığı, son 25 senedir şampiyonluk kupasının sadece bir kez yedi tepeli bir şehirden çıktığı futbolsuz bir sezon daha perdelerini indirerek geçip gitti futbolsuz şehirlerden.

Türk futbolu… Ta en başından rekabetsizlikle lanetli hazin öykümüz...

***

Bilirim, şimdi yurdun dört bir köşesinde kutlanacaktır görkemli şampiyonluk. Fenerbahçeli Gökhan Gönül özetlemiştir aslında ülkenin futbola bakış açısını: “Ülke futbolseverlerinin dörde biri kutlayacaktır şampiyonluğu!” Muhtemelen Ankaragücü’nün onursal başkanı da ailecek kutlayacaktır yedi tepeli şehrin renkdaş takımının başarısını. Tabii başka takımların Fenerbahçeli başkanları ve yöneticileri de katılacaktır kutlamalara. Futbolsuz şehirlerde balkonlardan, köprülerden sallanacaktır flamalar, bayraklar. Ülkenin dört bir yanında, ahir ömürlerinde stadını bile görmedikleri, belki de bir kez bile tribünden izlemedikleri bir takımın zaferini ballandıra ballandıra anlatacaktır taraftarlar… Ve forma satışları patlayacaktır.

Ne diyelim, kutlu olsundur...

Ve aynı saatlerde, uzaklarda altı sene aradan sonra Premier Lig’e bu sezon çıkmayı başarmış 259 bin nüfuslu Norwich şehinin takımı 22 bine yakın kombine bilet satarken, beş milyonluk başkentimde boş tribün manzaraları düşecektir ekranlara. Premier Lig’den düşmüş West Ham United’ın sattığı kombine bilet sayısı 25 binin üzerindeyken, Anadolu takımlarının tribünleri ıssızları oynar maç günleri... Championship play-off mücadelesinde, Swansea–Nottingham Forest arasında oynanan maçı 19.816 taraftar izlerken, League Two play-off maçında AFC Wimbledon 18.195 taraftarın önünde League One’a (üçüncü lig) terfi ederken, uzaklarda asırlık çınar Altay’ın sessiz sedasız ikinci lige düştüğünü yazar gazeteler iki satır...

Ama kimin umurunda?

Üçüncü lige düşen Sheffield United’ı evinde oynadığı son Barnsley maçında 22.366 taraftar uğurlarken, Anadolu’nun dört yanında çorak ve yalnız kalır stadlar. O yüzden onlar dört takımla Şampiyonlar Liginde temsil edilirken, biz gruptan çıkmayı başarı sayarız. Kendi liginde rekabeti sağlayamamış bir ülkenin, Avrupa’da başarılı olması hayaldir oysa.

Zira Türk futbolunda aslolan İstanbul masalıdır. Nasılsa, yurdun dört bir yanında futbolsuz şehirlerin sessizliğini bastırır esas oğlanların gürültüsü... Nasılsa, küçük büyük ayrımı gözetmeden her takıma eşit yaklaşan, izlenmesi keyif veren, yurdun dört bir yanında stadları dolu, televizyon programlarında her takımın eşit tartışıldığı, medyanın tarafsız olduğu, havuzdan gelen gelirin her takıma adaletli dağıtıldığı, hakemlerin baskı altında olmadığı, başkanların arka planda kaldığı, şaibeden, şikeden arınmış, temiz ve gerçek rekabete dayalı futbol Kaf dağının ardındaki Anka kuşu kadar uzaktır.

Şimdi futbolsuz şehirlerde kırk gün kırk gece kutlanacaktır kurgulanmış şampiyonluk...

Ama...

Ama her hikâyenin bir sonu vardır. Yaz bitince başlar bizim bilindik hikâyenin son perdesi. Okullar açılırken, tatil beldeleri boşalırken, güz zamanlarının Avrupa arenalarında esen kasırgalarla savrulur balkonlarda bayraklar, köprülerde flamalar... Zira güz zamanlarında toz duman olur Avrupa arenalarında takımlarımız… Ve bir büyük yalan orada biter. Öylece biter. Türk futbolunun marka değeri yalanı toz duman olur. Futbol, kendini şampiyonluk yalanıyla aldatanlardan, hayata 1–0 önde başladığında inananlardan intikamını fena alır. İşte o zamanlarda, tepetaklak döneriz kendi yalanımıza.

Portekiz’in, 300 bin nüfuslu o küçük şehrinin takımı Braga, Porto karşısında UEFA finalinde oynarken, biz daha ön elemelerde havlu atarız Avrupa arenalarına... Rekabetsizlik kader olmuştur, futbolumuzun lanetidir güz zamanları...

Gerçek olduğundan çok emin olduğun bir rüya gibidir Türk futbolu. Uyanmadığınız sürece gördüğünüz rüyada yaşayıp gidersiniz. Ancak şimdi kırk gün kırk gece kutlanmalıdır şampiyonluk... Köprülerde bayraklar, balkonlarda flamalar...
 
Bir sezon daha geçerken futbolsuz şehirlerden, nasılsa uyanmaya daha zaman vardır...