“Yıkılma Sakın” adlı şiirimi o hapishane koğuşunda mı, yoksa oradaki tutukluk günlerini izleyen Malazgirt’teki oda hapsi günlerinde mi yazmaya başlayıp tamamladım, anımsamıyorum…

Bir şiir ve öyküsü

ATAOL BEHRAMOĞLU

1969 yılıydı. Trabzon’da yedek subaylığımın sona ermesine altı ay kalmışken Trabzon’daki kolorduya Kara Kuvvetleri Komutanlığından Malazgirt’e atandığım yazısı geldi… Yedek subaylıkta atama söz konusu olmadığında kuşkusuz bir sürgün emriydi bu. O sırada Trabzon’da yaşamakta olan yakın dostum, Sosyalist Türkiye kitabının yazarı ve bu nedenle de sekiz yıl hapis cezasına mahkûm edilip Yargıtay kararını beklemekte olan ünlü Akçaabat yargıcı Ali Faik Cihan’ın hazırladığı bir dilekçeyle Danıştay’a başvurdum ve Danıştay bu kararı durdurdu… Fakat çok geçmeden bu kez derdest edilerek Malazgirt’teki birliğe gönderilme emri gelmiş olmalı ki bir astsubay arkadaşın nezaretinde, askeri bir araçla Ziganaları geçerek Erzincan’daki 3. Ordu komutanlığına ulaştık ve kendimi ordu komutanı orgeneral Refet Ülgenalp’in karşısında buldum… Ben ve hukukçu bir albay onu esas duruşta dinlemekteyken Ülgenap’in söyledikleri şu andaymışçasına sözcüğü sözcüğüne belleğimdedir… İlk cümlesi “Nedir bu yaptıkların yahu!” oldu ve bir karşılık beklemeksizin açık pencereden karşıdaki tepeyi göstererek sordu: “Takımını al, şu tepeyi zapt et desem, Danıştay’a mı başvuracaksın?” Yanıt olarak kem küm etmiş olmalıyım… Üçüncü cümle “Yarın derhal birliğine katılacaksın!” emriydi ve zaten yapacak başka bir şey de yoktu…

Giriş uzunca oldu, biliyorum, fakat askerlik anıları biraz da böyledir…

Malazgirt’te her şey ne kapkara ne de güllük gülistanlıktı… Kayak komando bölüğü denilen altıncı bölüğe verildim ve eksi otuzu bulan iklim koşullarına rağmen kısa sürede kayak yapmayı da az çok öğrendim… Fakat sıkıntılar da peşimi bırakmıyordu… Biraz da kendi hatam ve saçma bir nedenle, hiç de kötü bir adam olmayan bölük komutanıyla bir tartışma sonucunda kendimi bu kez de Ağrı Askeri Ceza ve Tevkif Evinde buldum… Hapishanenin subay kısmında sadece, bir trafik kazasına yol açtığı için tutuklu genç bir astsubay ve ben vardık. Erlerin bulunduğu bölüm ise, dışarı taşan seslerden de anlaşılacağı gibi, belli ki doluydu. On beş gün kadar kaldığım bu cezaevi koğuşunda bir gün, demir parmaklıklı pencerenin ardında cezaevi görevlisi iki askerin konuşmalarına, daha doğrusu birinin ötekine anlattığı bir olaya kulak misafiri oldum… Anlatılan şuydu: Bir tüfek çalıp toprağa gömerek saklamaya çalıştığı için tutuklanan ve ilk duruşmada sekiz yıla mahkûm edilen bir asker bu hapishaneye getirilişinin ertesi günü çöp dökmeye götürülmüş ve bir fırsatını bularak kaçmıştı… Olayı anlatan asker anlam olarak şöyle sürdürdü sözlerini: “Peşinden gittik ve yakındaki köyde bir eve girdiğini gördük.Biz de o eve girerek karşımıza çıkan kadınlara buraya girdiğini gördüğümüzü, boşuna inkâr etmeye çalışmamalarını söyledik. O zaman şöyle dediler: Bi çay bari içseydi….”

“Yıkılma Sakın” adlı şiirimi o hapishane koğuşunda mı, yoksa oradaki tutukluk günlerini izleyen Malazgirt’teki oda hapsi günlerinde mi yazmaya başlayıp tamamladım, anımsamıyorum… Fakat kulak misafiri olduğum bu küçük öykü ve özellikle de “bi çay bari içseydi…” cümlesi zihnime öylesine işlemişti ki yazmakta olduğum şiirin de can damarı diyebileceğim bölümünü oluşturdu… Bir bölgede askerlik yapan çocukların oraya bir başka bölgeden gönderildiklerini, yani bu çocuğun bu yörenin çocuğu değil ülkenin bir başka yöresinden olduğunu bildiğim için anlattığım öykünün ve bu sözün etkisi çok daha güçlü olmuştu…

Oda hapsi sırasında ziyaretime gelerek o sırada Muş’ta (Yılmaz Güney ve Demir Özlü’yle) er olarak askerliğini yapmakta olan ortak arkadaşımız İsmet Özel’den selam getiren Zülküf Şahin’le bu şiiri İsmet’e gönderdim… Çok geçmeden de İsmet’in harika “Yıkılma Sakın”ı ulaştı bana…

Şimdi paylaşacağım “Yıkılma Sakın” adlı şiirimin, özellikle de sözünü ettiğim bölümün arka plandaki öyküsü budur…

***

YIKILMA SAKIN

Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı, genç bir adam olarak
•••
Neler gelmez ki insanın aklına
Sevinçli, özgür günlere dair
Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir
Acı, zehir zemberek bir hüzün
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir
•••
Görüyorsun işte küçük adamları
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
Kimisi düpedüz halk düşmanı
Diren öyleyse, diren, yılma
Yürüt daha bir inatla kavganı
•••
Babeuf’ü hatırla, Nâzım Hikmet’i
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
Hatırla Danko’nun tutuşan kalbini
Karanlıkları yırtmak arzusuyla
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
Düşün acılar içinde dövüşen kardeferi
•••
Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının
Dağlar dilsizdir yalçındır
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
Ve dağlar, ıssız tarlalar bafadı mı konuşmaya
Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır
•••
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Ama bir devrimciyi haklı kılan
Biraz da acılardır unutma
•••
Yıkılma sakın geçerken günler
Yaralayarak gençliğini
Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki
Ve halkın bağrında bir inci gibi
Büyüyüp gelişmektedir zafer