Myanmar’daki Budist-Müslüman çatışması Asya’da zaten gerilim yüklü diğer fay hatlarında da kırılmalar meydana getirme potansiyeli taşıyor… Aslında Myanmar’da hâlâ, sömürge yönetiminin halkları etnik ve dini eksende bölmesinin hazin sonuçları yaşanıyor

Bir sömürgecilik mirası: Arakan Trajedisi

Önceleri Birmanya veya Burma olarak bildiğimiz ülkenin adı, 1989’da askeri cunta tarafından Myanmar’a çevrildi. Bunun gerekçesi sömürgeci geçmişten kopmak şeklinde açıklandı. Bazılarımız bu coğrafyayı George Orwell’in Burma Günleri kitabından tanıyoruz. (Can Yayınları 1. Baskı 2004)

1984’ün ve Hayvan Çiftliği’nin yazarı Orwell’in sömürge polisliği yaptığı Birmanya’da tanık olduğu; İngiliz emperyalizminin yerel halkı nasıl aşağıladığını, ne denli acımasız davranıldığını, sınıf ayrımının ne ölçüde belirgin ortaya çıktığını anlattığı bir roman Burma Günleri. Halkın “ilkel” diye damgalanarak sömürgeci politikaların hangi yöntemlerle meşrulaştırıldığının da hikâyesi bir bakıma…

Bugünlerde Arakan’da yaşananları izledikçe, insan ister istemez sömürgeciliğin bilinç altında kolay silinmeyen derin izler bırakabildiğini düşünmeden edemiyor. Fark etmeden celladına aşk besleyen, ezilen bir halkın, zaman içinde çok kolaylıkla aynı yöntemlere başvurabildiğini, ezen rolünü kolaylıkla benimseyip, kendinden güçsüz bir topluluğu nasıl ezebildiğini gösteriyor.

Rohingyalıların trajedisi sırf isim değiştirmekle sömürgeci geçmişin kolay kolay geride bırakılamayacağını kanıtlıyor bir bakıma.

Rohingyalılar kimdir?
Konunun ana hatlarını İbrahim Varlı’nın kaleminden, “9 Soruda Arakan Sorunu Nedir?” başlığı ile okumuş olmalısınız. (BirGün 31.08.2017) Ne yazık ki, o günden bu yana savaşın insani bilançosu daha da kabarıyor. Ülkenin kuzeybatısında Rakhine bölgesinde yüzlerce yıldır yaşayan, sayıları 1.1 milyona ulaşan Müslüman halk, ceberut bir devletle, umarsız bir gerilla savaşı yürüten Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA) arasında sıkışmış durumda.
Devletin, suçu sırf gerilla örgütüne yıkma bahanesini kabul etmek mümkün değil. Doğru, olayları fitilleyen ARSA’nın 12 güvenlik görevlisini öldürdüğü manasız terör saldırısı oldu. Gelgelelim devlet, sıradan Rohingyalıyı yurttaş bile kabul etmiyor, kimliğini tanımıyor, kültürel haklarını hiçe sayıyor. Üstelik onları Bangladeşli diye damgalayarak, çaresizlikten başka bir seçenek sunmuyor.

Rohingyalıların fizikman gerçekte Bangladeşlilere benzedikleri, burada yaygın bir diyalekti konuştukları bildiriliyor. Tarihsel olarak da bölgeye ticari amaçla gelen Arapların, İranlıların, Türklerin, Moğolların, özetle Müslüman kökenli tüccarların torunları oldukları tahmin ediliyor. Uzmanlar bölgeye çok daha eskiden yerleştiklerini ifade etseler de, devletin resmi ideolojisinin bile tarih olarak 1800’leri işaret ettiği düşünülürse, o ülkenin yurttaşı sayılmaları için yeterli koşulları fazlasıyla sağladıkları ortada. Bu insanlar kaç nesildir o coğrafyada doğmuşlar, büyümüşler, o toprakları yurt bilmişler. Üstelik Bangladeş de onları kendisinden saymıyor, gelmeleri için davet çıkarmıyor. Tüm bu kadersizlikler Rohingyalıların, “Asya’nın Çingeneleri” diye adlandırılmasına neden oluyor.

Sui Kyi fenomeni
Myanmar’ı analiz ederken, ister istemez Aung San Suu Kyi’ye odaklanmalısınız. Bu iddialı kadın politikacı, ülkenin kurucu babası sayılan Aung San’ın kızı. Baba Burma Komünist Partisi’nin kurucusu, daha sonra ise sosyal demokrasiye yöneliyor. Ülkenin 1948’de bağımsızlığa kavuşmasından önce sömürge yönetiminin başbakanı iken, 1947’de bir suikasta kurban gidiyor. İdeolojik anlamda sağlam bir omurgası bulunacağı düşünülse de, iş Arakan tartışmasının ana öznesi Rohingyalılara gelince, katı milliyetçi bir tutum takınıyor. Ülkenin sadece Burmalılar ve Shanlıların (ülkenin kuzeyinde Çin’e komşu aynı isimli eyaletin insanları) vatanı olduğunu iddia ediyor.

1991 Nobel Barış Ödülü sahibi kerimesi Suu Kyi’nin bu konuda baba mirası ayrımcılıkla malul alması nedeniyle, Arakan söz konusu olunca, insan hakları, demokrasi, hoşgörü gibi kavramları repertuvarından çıkardığını düşünenler var. Suu Kyi 20 yıl süresince ev hapsine maruz kalmasına karşın, mücadelesinden vazgeçmemesi nedeniyle; sabrın, kararlılığın, fikri takibin, barışçı mücadelenin sembolü kabul edilmiş, Nobel’e layık görülmesi dünya kamuoyunda geniş destek bulmuştu. Yoksa ayağının tozuyla Obama’ya bu sıfatın layık görülmesi gibi, barış ve insan hakları örgütleri nezdinde karşılık bulamayan örnekleri de var İsveç Nobel Komitesi tarafından verilen bu ödülün. Şimdi de Myanmar insan hakları örgütleri başta gelmek üzere, birçok kurum ve kişi Arakan’daki vahşete göz yuman Suu Kyi’nin ödülünün geri alınması için çağrıda bulunuyor.

2007’de ivme kazanan “Safran Hareketi”yle iddiasını artıran Suu Kyi’nin partisi Demokrasi için Ulusal Birlik (NLD) 2015 seçimlerinde çoğunluğu sağlasa da, Myanmar’da silahlı kuvvetlerin yönetimde büyük bir ağırlığı var. Başta ABD, Atlantik ittifakı, ordunun hassas olduğu konularda kızdırılıp, rotasını Çin’e dönmesini hiç istemiyor.

Suu Kyi, 1999’da ölen İngiliz kocası, Oxford ve Londra üniversitelerinde süren tahsil hayatı üzerinden “ Batı mentaliteli “ kozmopolit bir kişilik olarak algılanıyor. Ev hapsi döneminde Clinton’dan Bush’a, sonra Obama’ya başta ABD başkanları, AB liderlerinin gözdesi olması nedeniyle de “emperyalizmin güdümündeki” bir siyasetçi kabul ediliyor. Neoliberal reformları önceleyen programatik yönelimi de bu kanıyı güçlendiriyor.

Hem Myanmar’daki milliyetçi tabanı kaybetmeme kaygısı, hem de Washington’un Arakan gibi “marjinal” bir mesele için orduyla arasını bozmaması yolundaki telkinleri sonucu, bu konuda sade suya tirit mesajlarla pasif bir profil sergiliyor. Dolayısıyla Arakan sorunuyla birlikte uluslararası prestiji irtifa kaybediyor. Myanmar öte yandan, 2017’de imzalanan ekonomik işbirliği anlaşması sayesinde ve “Tek Çin” politikasına verdiği destekle Beijing’le ittifak hattını açık tutuyor.

Myanmar’daki Budist-Müslüman çatışması Asya’da zaten gerilim yüklü diğer fay hatlarında da kırılmalar meydana getirme potansiyeli taşıyor. Endonezya’da başkan Joko Widodo’ya karşı İslamcı partiler, saldırı hattını Çin etnik kökenlilere husumet üzerinden kuruyorlar. Böylelikle ülkenin bağımsızlığa geçiş sürecinde başkan Sukarno’nun “tek tanrıya inanmak” şeklinde ifade edilen “beş ilkesinin” en önemlisine, din ve mezhep ayrımcılığı gütmeme anlayışına ihanet etmiş oluyorlar. Bu eksende, Arakan sorununu kendi gündemlerine malzeme yapmaktan çekinmiyorlar. Benzer biçimde Malezya’nın, özellikle “varlık fonu” üzerinden yolsuzluklara batmış başbakanı Necip Rezak, Müslümanlara destek söylemleriyle her an gündemi saptırıp, nüfusun %20’sini oluşturan Budistleri hedef tahtasına oturtabilir.

Aranan kan Arakan’da mı?
RTE rejiminin, “fabrika ayarları” arayışında, “metal yorgunluğu” itirafında açıkça görülebildiği gibi yeni gündem yaratmada, kendi yandaşlarının motivasyonunu diri tutmada ciddi bir sorunu var. Böyle bir sıkışmışlık ortamında, tam da Kurban Bayramı arefesinde Arakan konusu onlara ilaç gibi geldi. Ne var ki, Mehmet Şimşek’in tüm dünyadan derlenmiş işkence ve zulüm manzaralarını Myanmar’a mal etmesi bir yandan kendi perişan “etik” standartlarını ortaya koyarken, öte yandan Rohingyalıların davasına da katkıda bulunmak bir yana zarar verdi.

Arakan’daki yargısız infazlar, köy boşaltmalar, mahsulü tarlada tahrip etme pratikleri ne yazık ki bizim ülkemize de fazla yabancı değil, evet bu cürümlerin en yoğunlaştığı dönem 90’lar olsa da, bugün de insanların ister istemez aklına daha yakınlarda Sur’da, Lice’de, Nusaybin’de, neredeyse tüm Kürt coğrafyasında yaşanan vahşet geliyor.
İnsan olanın Arakan’da yaşananlardan tüylerinin diken diken olmaması, vicdanının parçalanmaması mümkün değil. Ne var ki RTE ve siyasal İslamcı şüreka gibi, ancak mağdurların dinini, mezhebini tahkik ettikten sonra sesini yükseltenlerin ; farklı dinleri, milletleri, inançları veya inançsızlıkları nedeniyle tüm eziyet görenlerin kaderlerinden kendini sorumlu addetmeyenlerin hem insanlıkları sorgulanır, hem de uluslararası kamuoyunda etkileri sıfırlanır. Mehmet Şimşek vakasında gözlendiği gibi, bu zihniyetleri yüzünden ,aksine karşıtlarına malzeme yarattılar.

Çözüm: Bir arada yaşama sahip çıkmak
Aslında Myanmar’da hâlâ, sömürge yönetiminin halkları etnik ve dini eksende bölmesinin hazin sonuçları yaşanıyor. ARSA, yıllarca Suudi Arabistan’da Vahhabi imamlık ifa etmiş, Pakistan’da askeri eğitim almış Ataullah Junjuni komutasında, sözüm ona cihat yürütüyor, sadece güvenlik kuvvetlerine değil, zaman zaman sivillere karşı da insanlık dışı eylemler düzenliyor. Myanmar devleti de, Budist fanatizmini okşamak için Rayingha halkına karşı “etnik temizlik” uyguluyor. Karşıt gibi görünen iki güç, Müslüman ve Budistlerin “bir arada yaşam” haklarını reddetmek, sorunları hoşgörü ve diyalog yoluyla çözmekten kaçınmak, barışı yadsımak noktasında aslında fiilen birleşiyor. Ne yazık ki Myanmar halkı bu gerçeğin ayırdına varana kadar, hengame sürecek gibi görünüyor...