BirGün Gazetesi ve Timur Soykan, cesurca ve kararlılıkla İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusunun 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki müridi ile sözüm ona evlendirmesini, çocuğun yıllar boyunca istismara maruz kaldığı gerçeğini mahkeme kayıtlarına başvurarak haberleştirdi. Sonrasında İslamcı cenahtan gelen tüm tehditlere rağmen aynı cesaretle haberin arkasında durdu. Medyanın bu denli abluka altında olduğu 2022 Türkiye’sinde BirGün’ü ve Soykan’ı gazeteciliğe sahip çıktığı için bir kez daha tebrik etmek gerekir.


Bu tüyler ürperten korkunç hadise, siyasette bir turnusol kağıdı işlevi gördü. İktidar başlarda sessiz kalmayı denedi, sonra benzer hadiselerde olduğu gibi “münferit” diyerek olayı geçiştirmeye, gündemi değiştirmeye çalıştı. Yandaşlar ve troller ise haberi yalanlamaya, etrafa gözdağı vermeye çabalasa da büyük bir toplumsal tepkinin sert duvarına çarptılar. Sonrasında, iktidarın içinden tarikat ve cemaatleri “incitmeden” çocuk istismarını kınayan tek tük açıklamalar geldi. Haber yalanlama korosuna katılan kimileri de çark ederek olayın çok acı ve sarsıcı olduğunu kabul etti, elbette cemaat ve tarikatlardan söz etmeksizin…

***

Meclis muhalefeti de hiç iyi bir sınav vermedi. 6’lı masadaki liderlerin önemli bir bölümü başlarda ürkek ve tutuk bir pozisyon sergiledi. İlk sert tepkiyi verenlerden biri Ekrem İmamoğlu’ydu. İmamoğlu’nun açıklamasını takip eden süreçte İBB Sancaktepe’deki Hiranur Vakfı’na ait binayı mühürledi. Enes Kara konusunda sessizliğini hâlâ koruyan Kılıçdaroğlu, son skandal hakkında konuşmak için de epey bekledi. Akşener ise ancak evvelsi gün “olayın takibini yapmazsam şerefsizim namerdim” dedi. Karamollaoğlu, konuyu gündemde tutmayalım aile ve toplum rahatsız oluyor minvalindeki sözleriyle, kendisinin siyasi rotasını paranteze almak isteyenlere İslamcı reflekslerini hatırlattı. Sosyalistler olmasa tarikat ve cemaat düzenini cepheden karşısına alacak hiçbir politik özne olmayacaktı. Ülkenin dört bir köşesinde eylem yapan sosyalistler lafı dolandırmadan yaşananların münferit değil sistematik olduğunu, bireysel değil örgütlü bir suç teşkil ettiğini, tek çıkışın laiklik savunusu olduğunu haykırdılar.

Türk sağının cemaat ve tarikatlar ile göbek bağı çok eskiye dayanıyor. Yalnızca Milli Görüş çizgisi değil merkez sağ partiler de cemaat ve tarikat kapılarını aşındırdılar, her kritik dönemeçte oylarına talip oldular. Bunu yaparken de söz konusu yapıların büyümesine, iktisadi ve siyasi güçlerinin artmasına zemin hazırladılar. Kimi zaman tarikat ve cemaatlerin önde gelen isimlerini Meclis’e taşıdılar, kimi zaman onlara bürokraside ya da ticarette yeni fırsatlar sundular.

***

Ancak son 20 yılda tanık olduğumuz süreç, Türk sağının cemaatlerle kurduğu geleneksel ilişkinin çok ötesinde. AKP, iktidarı belki başlarda cemaat ve tarikatlara pay dağıtma konusunda merkez sağın stratejisini izlemeyi tercih etmişti. Fethullahçı çeteyle işbirliğine gidilmesiyle yeni bir “strateji” tesis edilmiş, akabinde meşhur cemaatler arası “denge” FETÖ lehine bozulmuştu. Ancak o dönemde bile iktidar, tüm cemaat ve tarikatların avantajına olacak kimi düzenlemeleri Meclis’ten geçirdi ya da fiili olarak uyguladı. 15 Temmuz sonrasında ise iktidar bloku, Fethullahçıları tasfiye ederken diğer cemaat ve tarikatları iktidarın organik parçası haline getirdi. Bakanlıkları, mülki amirlikleri cemaat ve tarikatlar arasında paylaştırdı. Devleti bir cemaat koalisyonuna dönüştürdü. Cemaat ve tarikatlar arasındaki rekabeti böylece devletin kurumları arası rekabet düzeyine çekti. Sigorta işlevini de Diyanet İşleri Başkanı ile İçişleri Bakanı’na verdi. Diyanet cemaatler arası koordinasyon birimi gibi işlerken, Erbaş fetvalarıyla dini örgütlenmelerin talebini filtreden geçirip topluma aktarıyor. Soylu ise gücünü yargıdan güvenliğe uzanan kırılgan cemaat ve tarikat koalisyonunun hamisi olmaktan alıyor.

Makam ve mevkilerin tarikat ve cemaatlere peşkeş çekildiği, devlet kaynaklarının dini örgütlenmelere aktarıldığı bugünün Türkiye’sinde, laiklik demeden “Saray rejimi yerine güçlendirilmiş parlamenter sistem gelecek, Türkiye demokratikleşecek” vaadinde bulunmak akıllara ziyan bir iş. Cemaat ve tarikatlar söz konusu olduğunda oy kaygısıyla “karnından konuşan” herhangi bir siyasetçinin, din sömürüsünün müstakbel bir suç ortağı olduğu aşikârdır.

Toplumsal adaleti ve eşitliği sağlayacak, nitelikli kamu hizmetini toplumun dezavantajlı kesimleri lehine yeniden yapılandıracak, çocukları ve gençleri tarikat ve cemaat yurtlarına mahkum olmaktan kurtaracak bir programa, teknokratların boy gösterdiği, liberal reçetelerin havada uçuştuğu şaşaalı toplantılardan daha çok ihtiyacımız olduğu muhakkak. Cemaat yurtlarında yaşamı kararanlara, Aladağ’da yitirdiğimiz çocuklara, Enes Kara’lara, H.K.G’lere verilmiş bir sözü olmalı siyasetin. Bu karanlığı, bu sömürüyü yıkacağız demeli. Bunu demediğinizde ne hükümet sistemi değişikliği ne de endüstri 4.0 vb. vaadi inandırıcı oluyor.