Sayıştay raporları, belediyelerde yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ulaştığı boyutların çuvala sığmadığını gösteriyor. Merkezi yönetim de kentleri şekillendiren büyük ölçekli projeler vesilesiyle Sayıştay raporlarında eleştiriliyor; bir avuç şirkete garanti adı altında milyar dolarların aktarılmasını sağlayan KÖİ sözleşmelerinin, mevzuata uygun olmadığına işaret ediliyor.

Bu arada Cumhurbaşkanı, bir kez daha dikey değil yatay mimari vurgusu yaparken, geçtiğimiz döneme damgasını vuran AKP belediyeciliği ve şehircilik anlayışının başarısızlığını da kabul ediyor.

Resme bakınca, yerel seçimin AKP açısından yenilgiyle sonuçlanmasını beklemek için iyi nedenler var. Üstelik ağırlaşan ekonomik kriz de bir başka olumsuzluk olarak iktidar aleyhine çalışıyor.

Hal böyleyken, kimse kendinden emin bir biçimde, “bu seçim iktidarın yenilgisiyle sonuçlanır” diyemiyor! En umutlu olanlarda bile bir “acaba” sorusu var! İktidarın direncini seçim hileleriyle ve seçmeni suçlayarak geçiştirmeyeceksek, muhalefetin kendi performansına da dikkatli bakması gerekiyor.

Tam da bu nedenlerle yıllardır CHP belediyelerini sorguluyorum. Sorunlu imar planı değişikliklerinin AKP’nin iktidarda olduğu büyükşehirlerden sonra, CHP’li ilçe belediyelerinin meclislerinden geçişini eleştirdiğimizde aldığımız yanıt standart; “bu planları onaylamasak, büyükşehir meclisi onay yetkisini kullanıyor, öyle olunca oyun dışında kalıyoruz, ruhsat ve harç paralarını alamıyoruz”. Dahası bu tür onaylar karşılığında, büyük inşaat şirketleri belediyelere kültür merkezleri, pazar yerleri, çocuk parkları yapıyorlar. Daha ne olsun?

Dahası şu ki, bu devede kulak küçük paylar üzerinden girilen işbirlikleri nedeniyle, kentlerde alternatif olma şansı da kaçırılıyor.

Bu bir kader mi? Öyle olmadığını geçen hafta Mimarlar Odası tarafından düzenlenen “Kriz Koşullarında Yerel Yönetimler” toplantısında Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu örneklerle gösterdi. Nuhoğlu, kentlerde yaratılan olumsuzlukların ve iktidarın yönetim anlayışının eleştirisini yaptıktan sonra, temel bir tercihin yapılması gerektiğini şu sözlerle anlattı:

“Bir tercih yapmak zorundayız. Haydarpaşa Garı’nda bir tercih yaptık. O projeyi bir buçuk sene imzalamadık, geri aldılar projeyi ve Gar olarak devam etmesine karar verildi. Kalamış Yat Limanı’nın, Devlet Demiryolları arazisinin, Salı Pazarı’nın özelleştirilmesine karşı çıktık ve direndik. Bu direnişlerde bir araya geldiğimiz zaman gördük ki mevcut iktidar bir santimetre dahi ileriye gidemedi. Demek ki ortak bir tavrı ve ortak bir çizgiyi oluşturduğumuz zaman çok rahat bir şekilde direnebiliyoruz.”

Kuşkusuz bedeller ödeniyor. Hatırlayın, Kadıköy Belediyesi bir büyük inşaat şirketinin inşaatını, imar hakkını 9 bin metrekare aştığı için geçen yıl mühürlemişti. Şirketle masaya oturulup, bu ihlal karşılığında bazı işler yaptırılabilirdi.

Kadıköy bunu yapmadı. Şirket Kadıköy Belediyesi’ne ‘inşaatı hukuka aykırı biçimde durdurarak kendisini zarara uğrattığı gerekçesiyle tazminat davası açtı. Tartışmalı bilirkişi raporuyla Belediye’nin önce 101 milyon lira tazminat ödemesine karar verildi, ardından ceza 44 milyon liraya indirildi. Haciz işlemleri yapıldı. Ne var ki Yargıtay, Kadıköy Belediyesi lehine tazminat kararını bozdu; Kadıköy kazandı.

Bu örnek, başka örnekler de var mutlaka, birçok belediye başkanının söylediğinin tersine direnilebileceğini ve kazanılabileceğini gösteriyor. İktidarın yolu tam da bu direnişten geçiyor. Ama önce, “bir tercih yapmak zorundayız.”