Bilindiği gibi her yıl Merkezi Bütçe öncesinde Orta Vadeli Program (OVP) hazırlanır. Tanıma göre, OVP, kalkınma planlarını, stratejik planları, makro politika ve ilkeleri, hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri belirlemekte, kaynak tahsisi gibi önemli stratejileri kapsamaktadır. Toplumun geleceğini yakından ilgilendiren bu plan, tahmin edileceği gibi tek bir kişi veya kurumca da hazırlanamaz; demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları gibi geniş katılımlara ihtiyaç duyar. Dolayısıyla ‘haydi buyurun bu 3 yıllık planınız bu’ diye öne konulmaz, öncesinde uzun bir tartışma sürecine gereksinim duyar.

Geçtiğimiz gün açıklanan 2017-2019 OVP’sine dair şekil ve usul yönünden sorunlar ortada. Bu yöntem sonucu ortaya çıkan OVP de, açık konuşmak gerekirse ‘tuhaf’ oluyor. Dolayısıyla bugün, makro iktisadi strateji ve model konusunda kamuoyunca geniş bir tartışma yapmak yerine OVP’deki tuhaflıkları konuşuyoruz. Tepeden tırnağa tuhaflıklar en başta ‘büyüme olacak, enflasyon düşecek, borç azalacak’ gibi buyurmalarla başlıyor ve ‘nasıl olacak bu iş?’ sorusunu cevaplamadan yazılanı çizileni öylece tuhaf olarak bırakıyor.

Tuhaf bir büyüme…

OVP’de büyüme oranı 2017 yılından 2020’ye kadar yüzde 5,5 olarak tahmin ediliyor. Öncelikle 4 yıl boyunca yüzde 5,5 büyüyeceğiz demek, Türkiye potansiyelin üzerinde büyüyecek’ demekle aynı şey. Dolayısıyla bu hedefi gördüğümüzde ‘böylesi bir mucize nasıl gerçekleşecek’ sorusunu sayfanın alt satırlarında arıyoruz. Bir teknoloji hamlesi mi, yatırım politikası mı yoksa sanayiyi canlandırma adına bir paradigma mı? Hiçbiri. Öylece bırakılmış iddia. Büyüyeceğiz diyor, bu kadar. Peki tamam.

Herhangi bir açıklama olmadığı için büyümenin kaynaklarına geçiyoruz.

Ülkemiz ekonomisinde büyüme, mevcut model itibariyle, özel tüketim harcamaları (zaman zaman kamu harcamalarının iteklemesiyle) ve pek tabii borçlanma üzerinden elde edilmektedir. Dış ticaret dengesi dolayısıyla hep eksidir. İthalat var oldukça ihracat edebilen bir dış ticaret yapısı geliştirilmiştir. Bu modelin işlemesi için ise sıcak paraya yani kısa vadeli portföy yatırımlarına ihtiyaç vardır. Bu nedenle yüksek faize dayalı para politikası izlenir. Ülkede faizler yüksek olduğu için yatırım yapmak, öyle fabrika açmak falan cazip değildir. Yüksek kar alanları olarak inşaat işleri öne çıkmıştır. Bu inşaat işleri de vasıflı emeğe, vasıflı bir girişimciye ve de bilgi birikimine-çok da- ihtiyaç duymaz (aslında duyar ve o haliyle ortaya çıkan inşalar da çevreye, mimari yapıya ve kent dokusuna yani insana uygun olur).

OVP’ye baktığımızda, kamu ve özel tüketim harcamalarının düştüğü, bunun yanında sabit sermaye yatırımlarının ise artacağı bir tablo ortaya konulmuştur. Yurtiçi tasarruflar artıyor, sıkı para politikası devam ediyor… Bu, pespembe bir tablo.

Bugün olan ise, tüketim harcamalarının hızla borca dayalı olarak arttığıdır. Bu borcun ise bizatihi hükümet politikalarınca teşvik edildiği, sabit sermaye yatırımlarının durduğu, tasarrufların hesaplama revizyonu öncesi eksilerde olduğu gerçeğidir. Kaldı ki sıkı para politikasının devam etmesi halinde küresel fon akımlarının Türkiye’ye yöneleceği bir ortam da kısa gelecekte gözükmemektedir. ‘Faizi yüksek tutarız, para gelir’ beklentisinin hüsrana uğratması oldukça olası. Şu son haftadaki dolar hareketi bile (3,48-3,59) bu gerçeği ortaya koyuyor. ABD Fed tarafından faiz artırımı ile başlayacak atmosfer ile küresel fonların yönünün gelişmiş ülkelere doğru dönmesi kaçınılmaz hale gelecektir.

Ekonomi vatandaşı değil, vatandaş ‘ekonomiyi’ finanse ediyor

Bir başka tuhaflık ise vergiler yönünde. OVP’de yer alan özel tüketim harcamalarında düşüş beklentisine rağmen vergilerde artış görülüyor. Hem OVP hem de torba yasadan anlaşılacağı gibi hükümet, dolaylı ve doğrudan vergilerde ısrarlı bir artışa hazırlanıyor. MTV’de yüzde 40, gelir vergisinin 3. diliminde yüzde 30 ve şans oyunlarında yüzde 20 gibi artışlar öngörülüyor. Bunun yanında son aylarda uygulanan indirimlerin bitmesiyle ÖTV ve KDV de eski yüksek değerine geri dönüyor.

2017 ikinci çeyrek büyümesi, kamu tarafından bütçe kesesinin ağzının açılması ile ite kaka yüzde 5,1 olarak açıklanmıştı. Diğer bir ifade ile piyasaya salık verilen ve tutarı 250 milyar liraya dayanan KGF kredilerinin varlığı ile ülke ekonomisinin ortalamayı ancak yakalayabildiğini görmüştük. Kredi musluklarının açılması, muazzam teşviklerin sunulması sonucu şimdi sıra tüm bu giderlerin finanse edilmesine geldi. Vergi artışlarının gündeme gelmesi bundan. Halbuki, bu krediler ne doğru düzgün bir yatırıma, ne de istihdama dönüştü. Yani sözün özü bugün vatandaşa katkısı olmayan harcamaların yükü vatandaşın sırtına yüklenirken, büyümenin vatandaşı değil, vatandaşın büyümeyi finanse ettiği ortadadır.