“Eyy gençler, türbanlı bacılar sizin o ‘konforunuz’ var ya hepsi bizim sayemizde, nankörlük etmeyin!” AKP’nin tercümesi bu olan seçim kampanyası aslında hazin bir tükeniş hikâyesidir. Bir iktidar ne zamanki seçmeninden emin olamaz, onun bağlılığını sorgular hale gelir işte o zaman politik sözünü de vaadini de yitirir. Erdoğan ve AKP için de olan budur. O nedenle kitlesini gelecekle motive etmeyi değil “geçmiş” ile korkutmaya, “öcü” göstermeye mahkûmdur.

16 Nisan öncesinde iktidar bloku, gençlerin tek adam rejimine mühimmat taşıyacağını umuyordu. Hem İslamcı hem de milliyetçi muhafazakâr gençler için Erdoğan’dan başka arkasına dizilecek lider olamazdı. Saray’a mutlak güç verecek bir sistemin gençleri de ‘gururlandırması’ gerekirdi. Fakat beklenen olmadı. Çünkü parti kadroları dışında AKP’li seçmenin çocukları kimsenin ‘arkasına dizilmek’ istemiyordu. Sandık başına ilk kez giden aynı gençler büyük oranda Hayır’ı tercih etti. Belki şaibeli seçim sonuçlarını sokakta protesto eden yaşıtlarının yanında yer almadılar fakat Hayır’ın gasp edildiğini gözleriyle gördüler. O günden bu yana ne Erdoğan ne de partisi Hayır diyen gençlerin fikrini değiştirebilecek bir yaklaşım geliştirebildi. Genç kadınların ve erkeklerin tek adam rejimine sırt çevirmesi “nankörlüklerinden” değil onlar da sıkıldı, onlar da “Tamam” dedi. Neden mi? Keyfi yönetimin kendi hayatlarını da mahvetme riskini fark ettikleri için... Bölünen üniversitelerdeki arkadaşlarını, sınavlarıyla oynanan kardeşlerini, polis otobüsünde işkenceye maruz kalan liselileri görüyorlar.

AKP yeni bir şey söyleme konusunda ‘ak sakallıların Saadeti’nin dahi gerisinde, gençler ne yapsın. Millet Kıraathaneleri diye bir vaadi Saadetliler dile getirse AKP’liler sıraya geçip gülerdi. ‘Kıraathaneye mi oy verecek gençler ilahi’ diyerek tempo tutarlardı. Kılıçdaroğlu ya da İnce dese ‘CHP zihniyeti Halkevlerini geri getirecek’ diye propaganda yaparlardı. Ama gelin görün ki Erdoğan söyleyince kekli, çaylı kıraathane vaadine asrın müjdesi muamelesi yapanlar var. Adaylardan biri uranyum izotopu derken bir diğeri kahvehaneyi “kitapla döşemek”ten söz ediyorsa kimin geleceği temsil ettiği bellidir.

“Geçmişi” mutlak bir yoksunluk, bir karanlık çağ olarak resmetmek adına her türlü yalana başvuran iktidar sözcüleri seçmeni ikna edeyim derken baltayı sürekli taşa vuruyor. Sağlıkta ‘iyileşme’ propagandası yapacağım derken şehir hastanelerine bol “müşteri” temenni ediyorlar mesela. Vatandaşa daha çok hasta olun deniyor ki hasta garantili model işlesin! İBB Başkanı Uysal’ın ‘metro tercihinde çok oy aldığımız yerler öncelikli’ demesi hatırlardayken ulaşım yatırımı üzerinden propaganda yapabiliyorlar. Hem de hiç utanmadan! Hepimizin içini ısıtan Adile Naşit’in kuzucuklarına seslenişini sırf koca bir dönemi mahkûm etmek için kullanacak kadar pespayeleşiyorlar. Mağduriyet hikâyesi anlatacağım derken samimiyete, fedakârlığa, dayanışmaya kısacası bu toplumu bir arada tutan her deneyime, her anıya, her değere saldırıyorlar. Buna karşılık tepki de çığ gibi büyüyor; Tamam’lar çeşitleniyor, güçleniyor.

Tamam diyenlerin umudu var, sabaha kadar İnce ile miting yapacak kadar direnci var, sosyal medya başında Demirtaş’ı bekleyecek sabrı ve özlemi var. Muhalefette Hayır’da olduğu gibi birbirine çelme takmama iradesi güçlü. Ama ittifak bozulur diye baskın seçimde anlaşan AKP ile MHP 24 Haziran’a zar zor dayanıyor. Af tartışmasıyla gerilen ipler vekil hesabıyla koptu kopacak hale geliyor. Erdoğan’ın MHP’ye oy kaptırmayın talimatından sonra AKP’liler MHP’lilere karşı çalışmaya başladı. Bu konuda epey yol alınmış olacak ki Bahçeli’den AKP’lilere yönelik “fitneye düşmeyin” çıkışı geldi. İttifakın seçime ramak kala çatırdamasını istemeyen Erdoğan da “fitneli” açıklama yaptı. Lakin Erdoğan MHP’nin gücünden fazla vekil çıkarmasını zinhar istemiyor. 24 Haziran’da iki taraftan herhangi birinin beğenmediği bir netice çıkarsa “Cumhur İttifakı” fiilen tarih olur.

Sonuçları 13 gün sonra göreceğiz ama peşinen söylenmesi gerekenler var. 24 Haziran’ı mücadelenin neticeleneceği bir tarih olarak görmemek şart. Sonuç ne olursa olsun 25 Haziran’da demokratların, cumhuriyetçilerin, sosyalistlerin omuzlarında bugünden daha fazla sorumluluk olacak. Saray kazanırsa karamsarlığa kapılma ihtimali olan kitlelere “mücadele bitmedi” diyecek olanlar Gezi’den Hayır’a uzanan toplumun direngen kesimleri. Muhalefet kazanırsa yapısal reform dayatıp uluslararası sermayeye ödün verdirmek isteyenlere, başlatılan devam etsin deyip rant düzenini sürdürmeye çalışanlara, hoşgörü ve vicdan deyip İslamcı tahribata karşı alınacak önlemlere ayak sürüyeceklere karşı muhalefeti uyarmak da yine aynı politik gücün vazifesi. O yüzden boşa harcanacak bir dakikamız bile yok!