Sürekli araştıran, erken dönemlerde oluşturduğu sanatsal kimliğinden uzaklaşmadan anlatım dilini zenginleştiren Habip Aydoğdu, özellikle kırmızı ve siyah renklere yeni boyutlar kazandırır.

Bir tuval niye kanar

Hasan Çakır

“Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar…” diye soruyor ya Edip Cansever Ahmet Abi’ye… Aynı soruyu küçük bir değişiklikle Habip Aydoğdu’ya da sorabiliriz: “bir tuval niye kanar…” Hatta soruları biraz daha çeşitlendirebiliriz de: “bir tuval nasıl ağlar, nasıl güler, nasıl dile getirir acıyı, sevinci…”

Kolay değil bu ve benzeri soruları yanıtlamak… Her sanat dalının kendine özgü bir dili, kendi terminolojisi var… Anlamak ve anlatmak için o dili bilmek gerekiyor. Bir resmi kullanılan teknik, ele alınan konu/tema ve kompozisyon bağlamında çözümlemeye çalışmak, algılamayı kolaylaştırabilir ama hiçbir zaman sanatçı-yapıt ve izleyici bütünleşmesini sağlayamaz. İmge ve simgelerle dolaylı anlatımların öne çıktığı dışavurumcu resimleri anlamanın, değerlendirmenin standart bir reçetesi yok. Her birey kendi birikimine göre algılar, yorumlar, değerlendirir…


Bu bağlamda Habip Aydoğdu’nun resimlerinde görünenden yola çıkarak görünmeyene ulaşmak hem çok kolay, hem de çok zor… Doğadan soyutlanarak oluşturulan kompozisyonlar, öncelikle plastik değerleriyle etkiliyor izleyenleri. Kullanılan renkler, oluşturulan büyük/ küçük/ yatay/ dikey/ diyagonal/ yuvarlak formlar, yaratılan dokular, üretilen artistik/ plastik değerlerin toplamı, karşımıza bir sanatsal kimlik çıkarıyor.

Yarım yüzyılı aşan bir süreçte sürekli araştıran, erken dönemlerde oluşturduğu sanatsal kimliğinden uzaklaşmadan anlatım dilini zenginleştiren Habip Aydoğdu, özellikle kırmızı ve siyah renklere yeni boyutlar kazandırır. Kırmızıyı “Habip Kırmızısı” dedirtecek kadar özgünleştirir. Habip Kırmızısı zamanla görsel, duygusal, simgesel işlevleri ile sanatsal anlatımının ana eksenini oluşturmuştur.

Habip’in karakteristik renkleri olan kırmızı ve siyah, bütün ton ve nüanslarıyla çarpıcı ve etkili kompozisyonların ana temelini oluşturur. Büyük fırça darbeleriyle yaratılan ritmik hareketler, bastırılmış büyük bir enerjiyi çılgınca ortaya çıkarır… İrili ufaklı her resimde karşılaştığımız bu enerji patlaması, bir isyanı, bir başkaldırıyı işaret eder. Habip isyancıdır. Fısıltıyla değil, bağıra bağıra verir mesajını… Yüzünüzde patlayan bu ilk tokattan sonra ayrıntılara indiğinizde, her detay sizi başka bir koridora çıkarır. İlginize ve bilginize göre koridordan koridora, katmandan katmana geçerek sanatçının duygu ve düşünce dünyasına doğru yol alırsınız. Aslında soyut olmasına karşın ufak tefek çağrışımlarla somutlaşan, kütleyle figür arasında gidip gelen, ne o ne bu, hem o hem bu denebilecek çağrışımlarla zenginleşen görsel metaforların kaotik atmosferinde yolunuzu bulabilmek için oraya buraya serpiştirilmiş kaligrafik notlardan da yararlanabilirsiniz. Resmin önemli bir öğesi olan o notlar, üretim ve yaratım anında neler yaşandığını, hangi duygu ve düşüncelerin egemen olduğunu işaret eder. Sözü edilen aşk ise, sevda ise, dostluksa o kırmızı renk içinizi ısıtan ateş olur… Yokluk, yoksulluk, çaresizlik, haksızlıksa, bir isyan bayrağına dönüşür kırmızı… Savaşsa, ölümse, çaresizlikse algılanan kırmızı kan olur akar tuvalden. İşte o zamandır tuvalin kanadığı anlar…

Habip Aydoğdu, yerelden evrensele, geçmişten geleceğe, yakından uzağa bütün dünyaya, insanlığa, doğaya karşı duyarlı duruşu ile dikkat çeken bir sanatçıdır. Bunun ilk örneklerini, askerlik yaptığı Nusaybin’de ürettiği resimlerden oluşan “Yaşam Kavgası” adlı ilk sergide görüyoruz… Yıl 1976… Aslında daha önce başlayan ama bu ilk sergide ortaya çıkan yaşam mücadelesi, önde ya da fonda hep varlığını sürdürdü… Yürek yakan, can alan her olay açık ya da kapalı olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak resimlere yansıdı.

1970’li yılların sonlarına doğru yaşanan şiddet ortamı, militarist hegemonyanın kaba güç kullanımıyla yaşanan acılar Habip’i derinden etkiledi. O karanlık dönemlerden özgürlüğe çıkış yolunu kuşlar ve düşlerle buldu. Yer ve zamanla olan bağlantıların azaldığı, doğayla ilişkilerin en aza indirildiği, yaşanan gerçeklerin düş ve düşünce aleminde yeniden biçimlendiği yeni bir anlatım evresine geçti. Bu evrede Habip, vermek istediklerini oluşturduğu özgün resim diliyle daha yalın, daha estetik, daha etkili sunmaya başladı…

Tsunami, deprem gibi doğal felaketler; savaşlar, göçler, sürgünler, ırksal/dinsel/etnik ayırımlar ve bu bağlamda yaratılan, yaşanan acılar renge, forma, çizgiye, lekeye dönüştü tuvallerinde Habip’in. Öyle olduğu için 2016 yılında yolları çağdaş Arap dilinin en büyük şairi olarak kabul edilen Adonis ile kesişti. Birlikte açtıkları “Kan Kırmızı” sergisi iki ayrı dilde; resim ve şiirle ele alınan temaların ne denli örtüştüğünü gösterdi. Konu Ortadoğu olunca, kaçınılmaz olarak baskın renk kırmızı oluyor. ”Habip Kırmızısı” bir kez daha kana bulanıyor.

Ve geldik korona salgınına… Arsız bir bitki, kızıl bir çiçek gibi bütün dünyayı sardı sarmaladı Covid-19 virüsü. Ölümü, burnumuzun dibine kadar yakınlaştırdı. Korkudan kabuklarımıza çekilmek zorunda kaldık. Kaybettiğimiz dostları bile son yolculuklarında yalnız bıraktık. Korku ve kaygıların egemen olduğu yalnızlık ortamlarında, kendimizle baş başa kaldık. Yalıtılmış, kısıtlanmış ortamlarda “Yaşam Kavgası” verirken Habip, gün gün gündemi resimli günlüklere taşıdı. Her felaket gibi salgın da gelip geçti ama izleri, Habip’in resimli günlüklerinde baki kaldı. İşte bu günlükler ve salgın döneminde yapılan diğer büyük boyutlu pentürler, şu günlerde Ankara Ulus’taki Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi’nin 3. Katında yer alan İş Sanat Ankara Sanat Galerisi’nde sergileniyor. Elif Aydoğdu Ağatekin’in sanatçı/yapıt ve izleyici arasındaki iletişimi güçlendiren yaratıcı küratörlüğü ile düzenlenen sergiye Özgür Aydoğdu evde ve atölyede çektiği sanatsal fotoğraflarla ve Serhat Özdemir bir şiirsel video ile destek oluyor.

30 Temmuz 2022 tarihine kadar sürecek olan “Kırmızı yine Kırmızı” adlı bu sergiyi izleyenler, “bir tuvalin niye kanadığını” kendi gözleriyle görebileceklerdir.
Edip Cansever’le başladık söze, Ece Ayhan’ın dizelerini uyarlayarak bitiriyoruz:

“Rengimiz kırmızıdır abiler, ablalar…” O kırmızı ki, acılardan damıtılmıştır…