Dünkü dersimizi Ara Güler anmasına, bir ustanın ardından saygı duruşuna dönüştürdük. Tüm öğrenciler onunla ilgili bir şeyler söylediler. Gençlerin ardından söylediklerini duysa, Usta sanırım çok mutlu olurdu.

Hemen herkesin onunla ilgili söyleyecek sözü olması, “Anadolu’nun belleği”ni tanıyor olmaları, “İstanbul’un tarihini ve nasıl değiştiğini onun fotoğraflarından öğrendim” demeleri, Coşkun Aral’ın hazırladığı belgeselden haberdar olmaları, “Onun ‘falan filan’ demesini, ‘anladın mı’ demesini seviyorum” demeleri beni de mutlu etti.
20’li yaşların başındaki gençlerin onun ardından söyledikleri, fotoğrafları dışında bir kanıta gerek de yok ama, 90’ında göçüp giden Usta’nın ardında silinmez izler bıraktığının canlı kanıtlarıydı.

Annesi 400 yıldır İstanbullu olan bir ailenin kızı, kendisi “Atatürk zamanının çocuğu”, 1928 doğumlu… Picasso’nun resmini çeken ve Picasso tarafında resmi yapılan biri!
Ağrı Dağı’nı onun fotoğraflarıyla tanımışız, Afrodisias’ı, Nemrut Dağı’nı da…

Kendisi ile ilgili belgeselin 12 dakikalık tanıtım filmi, onun “Hiç kimse bilmeyecek ki ben nerelere gidiyorum. Çünkü çamurlu bir yolda gidiyorum” sözleriyle başlıyor. Çamurlu yollarda iz bırakır insanlar, izi takip edenler nereye gittiğinizi de bilirler.

Ancak, çamur gider, izler de silinir biter!

Şimdi, tam da onu uğurladığımız günde, nereye gittiğini bildiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim: Arkasında hiç silinmeyecek izler bırakarak sonsuzluğa gidiyor usta fotoğrafçı.

Fotoğrafçı, fotoğraf sanatçısı, foto muhabiri… O kendisini hep “foto muhabiri” olarak tanımladı. “Benim işim görmek” diyordu. Gerçekten de bakmakla görmek arasındaki farkı onun fotoğraflarından öğrenebilirsiniz.

1956’da, Edirne’de, Eski Camii civarında gezinen çok kişi bakmıştır duvardaki kocaman Allah yazısına ve altındaki iki çarşaflı kadına. Ancak, onun klasikler arasına girecek ve belki birkaç yüz yıl sonra bile hayranlıkla seyredilecek bir fotoğraf karesi olduğunu görmek için Ara Güler olmak gerekirdi.
Fotoğrafın en önemli isimlerindendi. Benim emeklediği yıllarda; 1961’de, 62’de tescillenmişti bu. British Journal of Photography Year Book onu dünyanın yaşayan en iyi 7 fotoğrafçısından biri seçmişti 61’de; Master of Leica unvanını aldığında yıl 1962’ydi.

Böyle biriydi ama kendisini “fotoğraf sanatçısı” olarak tanımlamıyordu. Sanatın arkasında sanatçının hayal gücünün olduğunu, “anın dondurulması” olan fotoğrafın ise “hakikat mahsulü” olduğu için sanat olamayacağını söylüyordu.

Bence mütevazılık yapıyordu!

Foto muhabiri miydi? Evet. Hem de en iyilerinden. Benim durduğum yerden baktığımda, her ne kadar kabul etmese de, bir fotoğraf sanatçısıydı aynı zamanda.
Önemli haber fotoğrafçılarından Nancy L. Ford, “Foto muhabirinin görevi dışarı çıkıp hayatı başkaları için deneyimlemek, filme almak, ve mümkünse o an deneyimlenen duyguyu da yakalamaktır; böylece okurlar orada olmanın nasıl bir şey olduğunu görebilir ve hissedebilirler” der.

Ara Güler bunu fazlasıyla yaptı, ama bundan fazlasını da yaptı!

Yaşadığı Fransa’dan gelen, vatanı bildiği Sivas’ta ölen ve gömülen Ermeni kadının ardından söylenen “Su çatlağını buldu” sözünü Hrant’ın aktarımıyla gözlerimiz dolarak dinlemiştik. Anadolu toprağında hep kendi çatlağında akan bir su oldu Ara Güler. “Ne Anadolu onun yakasını bıraktı, ne de o Anadolu toprağını”, Yaşar Kemal’in deyişiyle; Anadolu’nun hafızasıydı bugün toprağa verdiğimiz.

Keşke gittiği yerden de fotoğraflar çekip gönderebilse. Bir yolu olsaydı bunun, mutlaka yapardı ve ancak O yapardı!