Hayvanların konuştuğu dili bizim anlayamıyor olmamız onların kendilerine has bir dili olmadığını göstermediği gibi, herkes tarafından kabul edilmiş standart bir dil tanımı olması durumunda bile bunu ölçebilme imkânımız olmayabilirdi.

Bir yaşam hakkı ihlali olarak hayvan deneyleri
Hayvan hakları savunucuları defalarca hayvan deneylerine hayır demek için sokaklara çıkmıştı.

Yağmur Özgür Güven

Hayvan deneyleri, canlı ve çoğunlukla omurgalı hayvanlar üzerinde yapılan deneysel ve bilimsel çalışmalara verilen addır. Bir canlının vücuduna onay ve izni olmaksızın müdahalelerde bulunmanın, insanların onay ve rızası ile, gönüllü olarak denek olduğu bilimsel çalışmalara tezatlığı nedeniyle ahlâki ve vicdani boyutu uzunca bir süredir tartışmalıdır. Bir hukuk öznesi olarak tüm dünyada korunan insanın yaşamı ve kendi bedeni üzerindeki tasarrufuna atfedilen dokunulmazlık ilkesi, başka türe mensup bir canlı söz konusu olduğunda geçerli değildir.

Aramızdaki dil bariyeri nedeniyle kendilerinden onam alamayacağımız hayvanlar, onları şiddetten korumayı hedefleyen yasal metinlerin oluşturulduğu ülkelerde dahi deneylerde fiziksel, psikolojik ve hatta cinsel şiddet görmekteler. Bunun sebebi ise, hayvanları korumaya yönelik isteğin laboratuvar duvarlarını bir türlü aşamamasıdır.

Hayvanlara yönelik işlenen suçlardan biri olduğu şüphe götürmeyen hayvan deneyleriyle ilgili tartışmanın tarafları, sadece hayvan hakları savunucuları ve bilim insanları değildir. Düşünülenin aksine, bilim insanları da bu konuda kendi içlerinde ayrılırlar. Bu ayrılığın temelleri, yüzyıllardır süren hayvan deneyi pratiklerinin ahlâken yanlış olduğu inancıyla da sınırlı kalmayıp hayvanlar üzerinde yapılan çalışmaların insana uyarlama aşamasında yanıltıcı olduğu fikrini destekleyen sayısız bilimsel verinin varlığını da içermektedir. Böylelikle, hayvan deneylerine karşıtlığın iki temel dayanağı olduğu rahatlıkla söylenebilir: ahlâki ikilem ve bilimsel yanılgı.

Ahlâki ikilemi yaratan şey, tıpkı insanlar gibi acıyı, korkuyu ve endişeyi deneyimleme kapasitesine sahip, kendi yaşamının öznesi olarak birer birey olan hayvanların yaşam haklarının ihlal edilmesinin savunulacak bir yanı olmadığı gerçeğidir. Diğerinde ise, hayvanlardan elde edilen verilerin insan sağlığını tehdit eden yanıltıcı sonuçlarının yarattığı tehlike öne çıkar. Tıp tarihinde hayvan deneylerinde tehlikesiz olduğu saptanan pek çok aşı ve ilacın insanların ölümüne sebep olduğu vakalar görürüz. Bunun birden çok sebebi olmakla birlikte en temel sebebi türler arası biyolojik farklılıklardır. Her yıl yaklaşık 120 milyon hayvanın öldürüldüğü biyomedikal araştırmaların yüzde 97’sinde sadece dokuz tür hayvan kullanılırken, en sık kullanılan hayvan türü ise fare ve sıçanlardır. İkisi de kemirgen ve aynı aileden olan, fiziksel özelliklerinin benzerliği nedeniyle çoğu insanın ilk bakışta ayırt edemeyeceği bu iki türün bile kendi aralarında bazı fizyolojik ve genetik farklılıkları vardır. Hal böyleyken, “hayvanda ne kadar denenirse denensin, ilk denek gene insan olacaktır” düşüncesine katılmamak ve hayvan çalışmalarının yüzde 96’sının insana uyarlanamadığı gerçeği bilindiği halde hâlâ devam eden hayvan deneylerini anlamak mümkün değil.

Öncelikle hayvanların “ne” değil, “kim” olduğunu sorgulamamız gerekiyor; bunun sonucunda da türler arası eşitsizliğin sebeplerini kavramak daha kolay olacaktır. “Güç sahibi” olarak özgürce davranabilme hakkını sonuna kadar kullanan biz insanlar, kendi özerkliğimize sıkıca tutunarak, gezegene, kaynaklara ve içindeki tüm canlılara hükmeden konumundayız. Hükmetme ve sınırlar çizme becerimizi doğa ve hayvanların aleyhine kullanarak, oluşturduğumuz biz kimliğiyle, öteki gördüğümüz diğer canlıların hak sahipliğini reddediyoruz. Dereler aynı zamanda su içen ceylanın, ağaçlar aynı zamanda sincapların, kentler aynı zamanda liminal hayvanların, ancak tüm bu canlıları nesneleştirerek (ve bir kısmını da metalaştırarak) başka birisi bizden hesap sormadıkça üzerlerinde kullanım hakkımız olduğunu varsayıyoruz. Hayvan hakları mücadelesinin özü olan bu tuhaf durum, hayvan deneylerinde de kendini gösteriyor.

Laboratuvarlarda sadece bir numaradan ibaret olan hayvanların yaşamı, bizlerin ne düşündüğü önemli olmaksızın, onlar için önemlidir. Bunun yanında, aynı bizler gibi sosyal, duygudaşlık kurabilen, aile ve arkadaşlığa önem veren, acı korku ve endişe duyabilen, yas tutan, sevinç duyan, yardımlaşmaya önem veren bu canlıların “şey” değil, “birey” oldukları su götürmez bir gerçektir. Tüm bu benzerlikleri görmezden gelmek için kendimizce uydurduğumuz dil, akıl yürütme, rasyonel düşünme, plan yapma vb. şeyler, farklılıklarımızdan çok gene benzerliklerimize işaret eder.

Hayvanların konuştuğu dili bizim anlayamıyor olmamız onların kendilerine has bir dili olmadığını göstermediği gibi, herkes tarafından kabul edilmiş standart bir dil tanımı olması durumunda bile bunu ölçebilme imkânımız olmayabilirdi. Eğer dil iki canlı arasında iletişimi sağlayan bir araç ise, hayvanlar dile sahiptir. Hatta buna ek olarak, hayvanlar sadece kendi aralarında kullandıklarını değil, insanlara ait dili konuşabilme konusunda da başarılıdır; dille ilgili çalışmalarda, Amerikan işaret dilini öğrenen ve 200-300 kelime ile iletişim kuran, birleşik kelimeler üreten insan-dışı primatlar bunun bir kanıtıdır. Ölçülebilir olduğu konusu halen tartışmalı olan akıl konusuna gelecek olursak; laboratuvarlarda özellikle davranış alanında yapılan yüzlerce çalışma hayvanların akıl yürütebildiğini, plan yapabildiğini ve problem çözebildiğini gösterir. Bunlara ek olarak, en son Tel Aviv Üniversitesi’nde sıçanlar üzerinde yapılan davranış çalışmasında, sıçanların toplum yanlısı davranışlar sergilediği bir kez daha görülmüştür. Serbest durumda olan sıçan, bir kutuya hapsolmuş kendi grubundan olan diğer sıçanı serbest bırakmak veya acı çekmesini önlemek için, aç olduğu halde ona verilen yiyeceği reddedecektir. Hayvanlar arasında yardımlaşma da birer nesneden ziyade topluma ait bireyler olduklarını gösterir.

Hayvan deneylerine eşlik eden fiili faydacılık, insan sağlığı için (ki bu kısım tartışmalıdır) çeşitli işkencelere tabi tutulan hayvanın çektiği acıyı önemsiz görmeyi destekler. Hayvan deneylerinin ahlâki yönünün farkında olan profesyonellerin oluşturduğu, sadece ve sadece insan vicdanını rahatlatmaya hizmet eden “etik ilkeler”, laboratuvarlardaki insan-dışı primatların yeni doğmuş yavrularından ayrıldığı, savunma sanayi için yapılan deneylerde köpeklere tablet patlayıcılar yutturulduğu, ilaç araştırmaları için sağlıklı hayvanların hasta edildiği, bilime hiçbir katkısı olmayacağı bilinen akademik yükselme için yapılan tekrar deneylerde yüzlerce hayvanın öldürüldüğü gerçeğini değiştirmez. Hayvan deneyleri bir yaşam hakkı ihlalidir.