İnsanın içini ısıtan bir yaz akşamı. Foça’da beyaz örtülü bir masanın etrafında oturmuşuz: Şükran Kurdakul, Avni Arbaş ve Alpay Kabacalı… On sekiz yaşımın uçarılığıyla yakamozla, kocaman gökte göz kırpan uzak yıldızlarla, kıyıya bağlı teknelerle eğleşen kedilerle meşgulüm. Nazım’ın “Avni’nin Atları” şiirinin Avni’si, Avni Arbaş anılarını anlatıyor bize.

Savaş çıkar çıkmaz Fransa’dan memlekete dönmeye çalışıyor. Ama bir çılgınlık yapıyor; rotasını İtalya’ya çeviriyor. Roma’dan Toscana’ya doğru ilerlerken aklında hep büyük ressamların yapıtları… Aşkla dolanıyor onca muhteşem eserin arasında. Bu arada savaş da tam gaz sürüyor. Floransa yolunda bir saman kamyonu çıkıyor karşısına… Durduruyorlar onu. Kamyondakiler, silahlı partizanlar olabilir. Ama ya faşistlerse? Başının belaya girmesine ramak kalmış. Oracıkta bir kurşun deliği geçebilir göğsünün içinden. Dizlerinin bağı çözülüyor. Zangır zangır titriyor. Hemen soruyorlar genç Arbaş’a;

“Hangisisin sen? Faşista! Komünista!”

Arbaş cevabı yapıştırıyor: “Artista! Artista!”

Sanatçıların yeri geldiğinde nitelik değiştiren baskı ve sansür karşısında aldığı tavrın da benzer bir izlekte olduğunu biliyoruz. Yıllar önce bir başka ressam, Nuri İyem, kendisiyle yapılan bir söyleşide sanat yaşamındaki değişik evreleri anlatırken, “Baskılardan bıktığım için bir dönem soyut resim yaptım,” diyordu. Bu sözler birikmiş bir sancının ifadesidir elbette. Kişisel bir yakınmanın ötesinde tarihsel bir olguyu da değerlendirmemize kapı araladığı için ayrıca önemlidir.

Sanatçının yaratma özgürlüğüne konan yasak, kendi dışındaki güçlerin yaratılarına yön vermesidir aslında. İstencini baskı altında tutarak başka yöntemlerle çalışmak zorunda bırakılmasıdır.

Yaratma özgürlüğüne konan yasaklar, güncel-politik olaylarda görünenlerden daha derin etkiler bırakır toplumlarda. Politik olaylarda engeller, yeni birikimlere, tepkilere yol açabilir. Doğrudan toplumsal bir nitelik barındırır bu süreç. Ne yazık ki, kimi zaman toplumlar bu engellere gecikerek yanıt verir.

Sanat ise kişisel bir çabadır. Hatta Kagan, “Estetik ve Sanat Dersleri” kitabında, “Derinlemesine ve bir kereciklik, bir kişisel karakter taşır,” saptamasında bulunur.

Sanatçının toplumsal konumu, algıları, bir anlamda ruhsal gerçeği ile koşullu olduğu için iç dünyasındaki tedirginlik giderek bireysel boyutlara ulaşır. Varlığı ile çelişen durumlardan nice yapıt çıkar ortaya.

Bu nedenle ister devletten ister kapitalden gelsin, dolaylı ya da dolaysız baskıların etkileri güncel değil, tarihseldir. Bir süreci etkilemeye yöneliktir çünkü.

Yani kişisel değil, toplumsaldır.

Bir sanatçının yaratılarında gerçeğin sanatsal olarak çözümlenmesi, baskı ya da sansür yolu ile nitelik değiştirmişse süreç içinde başkalarını da etkiler. Bu yolla genel bir nitelik kazanır.

Yeri geldiğinde sanatın akışını bile değiştirir. Sapaklarda yeni üretim biçimleri doğar.

İşte Nuri İyem’in bize anlatmaya çalıştığı, kendi bireysel çabasından doğan yaratılarının tarihsel bir boyut kazanmasıdır.

O akşam Foça’da, denizin kıyıya bıraktığı dalga sesiyle masamızdan yükselen kahkahalar birleşiyordu, Bedel ödemiş bir kuşağın yeri geldiğinde yaşanmış onca acıya rağmen ayakta kalma direnci gözlerde yanıp sönüyordu.

Baskı ve sansürün kendi dönemine göre nitelik değiştirebileceği uyarısında bulunuyorlardı bir bakıma. Yarınları işaret eder gibi.