Geçen yıl çok eski bir arkadaşıma “hayır” demeyi beceremeyip düzenledikleri sempozyumda Yeni Dalga üzerine konuşmayı kabul etmiştim. Oysa bir mimari sempozyumuydu. Neyse ki Prof. Dr. Bülent Özer Anısına IV. Çağdaş Mimarlık ve Sanat Sempozyumu’nun konusu “Çağdaş Mimarlık ve Sanatta Ana Akıma Karşı Çıkış”tı. Dolayısıyla sinema da heykel, edebiyat, fotoğrafçılık, dans, minyatür ve müziğin yanına sıkışıvermişti.

Sonra pandemi geldi ve bu iş kapandı derken Filiz bu yıl gene arayıp “Sempozyumu yapıyoruz,” demez mi? Ancak, elbette ki ZOOM ile. Ciddi bir ev ödevinin ardından mahut gün geldi çattı. Neyse ki vukuatsız bir şekilde konuşmayı yaptık. Ama ben hâlâ “Acaba kimler hatırlıyor ki Yeni Dalga’yı?” diye düşünüyordum. Hani, Truffaut, Godard gibi isimleri hatırlamayacaklarını, o isimlerin öylece havada kalacaklarını düşünüyordum. Bu nedenle de bol görselli bir konuşma yaptım.

Ama 1950’li-60’lı yıllar sineması çok da uzakta değilmiş. Fransız Sineması, önce Pierre Boileau ile Thomas Narcejac’ın Alakarga’dan çıkan üç kitabından “Celle qui n’était plus (Les diaboliques) / Şeytanca-Artık Orada Olmayan Kadın”ın çok başarılı siyah/beyaz uyarlaması nedeniyle karşıma çıktı. Kitabı okur okumaz aklıma çocukken beni çok korkutan film gelmişti: Louis Delluc ödüllü “Şeytan ruhlu insanlar” yani “Les diaboliques”.

***

Sahiden korkutucu bir filmdi. Erkek çocuklara mahsus bir okulun zorba, zalim müdürü Michel’den bezen karısı Christine (Yönetmen Henri-Georges Clouzot’nun karısı Vera Clouzot) ile o da öğretmen olan eski sevgilisi Nicole (genç ve harikulade Simone Signoret) adamı öldürmeye niyetlenirler. Senaryoda da payı olan yönetmen Clouzot, gerçekten de kitabın hakkını vermiş. Hatta Alfred Hitchcock’un yazarların aynı adlı romanından uyarladığı “Vertigo”dan bile daha başarıyla uyarlanmış diyebilirim.

Bu arada François Truffaut vasıtasıyla, elbette Büyük Alfred de Yeni Dalga’mıza konuk olmuştu. Kendilerinden önceki sinema sistemini beğenmeyen genç ve asi sinema âşıklarımızın: François Truffaut, Jean-Luc Godard, Eric Rohmer, Jacques Rivette ve Claude Chabrol’un hayran olduğu Hollywood yönetmenlerinden biriydi Hitchcock. John Ford, Howard Hawks ve Nicholas Ray ile birlikte. Onların sıradan yönetmenler olmadığını, ‘auteur’ olduğunu savunuyorlardı. Truffaut üstad ile bir haftalık bir söyleşi yapmış, sonra da onu “Hitchcock/Truffaut” adıyla kitap haline getirmişti.

***

Signoret’ye gelince, herhalde onu İngiliz Yeni Dalga’sına dâhil etmek gerekecek. Gerçi pek çok Fransız filminde oynadı ama ona Oscar ile birlikte Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülü de getiren film, sosyal gerçekçi Jack Clayton’ın yönettiği ilk İngiliz Yeni Dalga filmi “Room at the Top / Tepe”deki Oda”dır. Bu arada 25 Mart, Simone Signoret’nin 100’üncü doğum günüydü.

Aynı akşam, internetten Hindistan’da Kerala Film Festivali’nde uzun (85 dakika deniyor) bir konuşma yapan 91 yaşındaki Jean-Luc Godard’ın, elindeki iki senaryo bitince kendini emekliye ayıracağını duydum. Kendisi elbette Yeni Dalga’nın da yıldızıdır. Elimizde kalmış tek genç asidir. Ve eşsiz bir ustadır. Yıllar, yıllar önce Ankara’daki bir Yeni Dalga retrospektifinde; Godard’ın “Le carabinieres/Jandarmalar”ının gösteriminde karıştırıp da ilk yarıda ölen iki adam ikinci yarıda öldüklerini bilmiyormuş gibi ortada dolaşmaya başlayınca, filmin çoğu genç olan izleyicileri durumu rahatlıkla kabul etmişlerdi: “Godard bu, vardır bir bildiği”. Demek ki sinema kahramanlarını koruyor. Godard’sız bir sinema onsuz düşünmek de çok zor.