IMF ile görüşmeler yılan hikâyesine dönüştü. Arka planını kısaca hatırlatalım. Uluslararası finansal kriz 2008’in Ekiminde Güney...

IMF ile görüşmeler yılan hikâyesine dönüştü. Arka planını kısaca hatırlatalım. Uluslararası finansal kriz 2008’in Ekiminde “Güney” coğrafyasına ulaştı. Yüksek dış borçlanma-yüksek cari açık koşullarında (yani kırılgan konumda) krizle karşılaşan çevre ekonomileri dış kaynak girişlerinin durması, hatta net sermaye çıkışlarının başlamasıyla sarsıldılar. Geçmiş yıllarda ekonomik canlılığı dış kaynak girişlerine bağladıkları için hızla küçülmeye başladılar. Dış borcun döndürülmesinin ve cari açığın aşağı çekilmesinin baskıları nedeniyle, kamu harcamalarını pompalayarak olumsuz koşulları telâfi etme seçeneğinden yoksundurlar. İşte, IMF’ye Kasım 2008’den itibaren kredi desteği için baş vuran çevre ekonomilerinin tümü ve Türkiye bu özellikleri (yani yüksek cari açık/dış borç ikilisini) taşıyan gruba girmektedir.  Başlıca örnekleri hatırlatalım: Macaristan, Ukrayna, Pakistan, Letonya, Beyaz Rusya, Sırbistan, Romanya, Türkiye, Meksika, Polonya ve Kolombiya… İstisnasız hepsi kriz ortamına dış açıklarla girmişlerdir. Bu on ülkede cari işlem açıklarının milli gelire ortalama oranları yüzde 7.3’tür; yani yüksektir.
Ortak beklentileri şudur: “Yüksekçe IMF kredisi gelirse, alacaklı bankalar IMF referansıyla biraz esneklik gösterirse, biraz da rezervlerden harcarsak, dış kaynaklardaki daralmanın yıkıcı etkileri frenlenebilir.”
• • •
Peki, bu krediler karşılığında IMF ne isteyecektir? Krizle baş etmeye çalışan “yükselen piyasa ekonomileri” için IMF’nin uyguladığı iki farklı kredi türü vardır. Bunlardan biri, Mart’ta kabul edilen ve “Esnek Kredi Hattı” adı verilen yeni bir düzenlemedir. Bu, geçmiş sicili IMF’ye göre “temiz ve güvenilir” ülkelere “ince eleyip sık dokumadan” verilen, vadesi bir yıl olan yeni bir kredi biçimidir. Yukarıda saydığım on ülkeden son üçü IMF’ye bu kredi için başvurdular; ikisinin başvuruları kabul edildi; Meksika’ya 47 milyar, Polonya’ya 20.6 milyar dolar kredi verildi; Kolombiya’nın 10.4 milyar dolarlık talebi de sonuçlanmak üzeredir.
Türkiye için de 2009’un yüksek dış borç servisi sorunlarını giderebilecek olan  bu yeni kredi kanalı, koşulsuz olduğu için ideal değil midir?  Ne var ki, krediyi alana yükümlülükler getirmemektedir; ama, bu kaynaktan yararlanmak isteyen ülkelerde dokuz ön-koşul aranmaktadır. Dış dengelerinin (yani, borç yükümlülüklerinin) sürdürülebilir, rezervlerinin “rahat”, kamu maliyesinin sağlam durumda olması ve istatistik verilerde saydamlığın, güvenilirliğin sağlanması bunlardan dördüdür. Üstelik kredi için başvuru tarihinde dokuz koşulun hepsi gerçekleşmiş olmalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki Türkiye’nin bu ön-koşullara uymadığı bizimkilere “lisan-ı münasip” ile anlatılmış ve geleneksel stand-by anlaşması yolu bu yüzden yeğlenmiştir. Başbakan’ın Davos’ta  “Türkiye’yi başka ülkelerle aynı sepete koyması” nedeniyle IMF’den yakınmasının ardında, herhalde, bu tavır yatmaktaydı.
• • •
O zaman, sözü edilen “esnek (veya kıyak) kredi hattı”nı bir yana bırakalım ve yukarıdaki listede yer alan ilk yedi ülkenin Kasım 2008 ile Mayıs 2009 arasında  IMF ile imzaladığı stand-by anlaşmalarının koşullarını gözden geçirelim. İstisnasız hepsinin ortak öğesi daraltıcı maliye politikaları olmaktadır.
En yakın örnek Mayıs başında Romanya’yla imzalanan 17.1 milyar dolarlık stand-by anlaşmasıdır. Bu anlaşmaya göre Romanya’da “güven ortamını yeniden kazanmanın anahtarı, kamu harcamalarındaki yüksek tırmanmayı tersine çevirmektir. Bunun için kısa dönemde bütçe kesintileri gerçekleştirilecek” ve böylece 2008’de milli gelirin yüzde 6.7’sine ulaşmış olan “yapısal bütçe açığı” 2010’da yüzde 1.7’ye indirilecektir. 2008’de gerçekleşen yüzde 7.1’lik büyüme, 2009’da bütçe kısıntılarının da katkısıyla yüzde 4.1’lik bir küçülmeye dönüşecektir. Böylece cari işlem açığının yarıya inmesi ve Romanya’nın dış borç yükümlülüklerinin kesintisiz karşılanması umulmaktadır.
Olası bir stand-by anlaşmasının Türkiye’ye de sunacağı seçenek bu olacaktır. Ekonomik bunalım, kamu harcamalarının aşağıya çekilmesiyle daha da derinleşmeyecek midir? IMF’den gelecek olan (ve dış borç taksitlerine tahsis edilecek olan) kredi derde deva olacak mıdır?
Olamayacaksa ve bu nedenle IMF seçeneğini reddedecekseniz,  ya Başbakan’ın şimdi yaptığı gibi, “gideceği kadar gider; inceldiği yerden kopar” diyeceksiniz. Ya da, öncelikle sermaye hareketlerini, dış borçlar için  döviz tahsisini sınırlayacaksınız. Sonra da kamu yatırımlarını yukarı çekerek; emeklilere, işsizlere, asgari ücretlilere, köylüye doğrudan gelir destekleri sağlayarak iç talebi kamçılayacak; krizin derinleşmesini önleyeceksiniz.