Google Play Store
App Store

Alain Delon’un ölümü, sadece Fransız sinemasının değil, dünya sinemasının da en hüzünlü günlerinden biri olarak tarihe geçecek. Bu, bir dönemin kapanışı; bir daha asla aynı etkiyi hissettiremeyecek olan bir sinema hissinin yitimi.

Bir yıldız daha kaydı
Fotoğraflar: DepoPhotos

Murat TIRPAN 

Yıllar önce, sinemanın büyülü dünyasına henüz adım atmış genç bir izleyici olarak, bir gün televizyon karşısına geçip tesadüfen Visconti’nin Leopar (Il Gattopardo) filmini izlemeye başladığımı hiç unutmuyorum. Filmdeki gösterişli balo sahnesi gözlerimin önünden akarken, o an bir şey oldu. Ekranda, daha önce hiç görmediğim bir adam belirdi: Alain Delon. Yakışıklılığı, duruşundaki asalet ve dans ederkenki zarafeti beni adeta büyülemişti. Hayatımda ilk kez bir aktöre bu kadar hayran kalmıştım, ancak bu hayranlık sadece genç bir beğeni değildi; bu, sinemaya duyduğum derin sevginin ilk kıvılcımıydı.

Leopar filmi, Delon’un gençliğinin verdiği çarpıcı güzellik ve karizmayla bezeli performansıyla her sinemaseverin aklında yer etmiştir.

Fabrizio’nun (Burt Lancaster) yanında sanki bir gölge gibi duran, ama bir o kadar da parlayan Tancredi karakteri, Delon’un mükemmel uyumuyla hayat bulmuştu. O günden sonra sinema benim için sadece bir eğlence değil, derin bir tutku haline geldi. Delon’un her filmi ve her rolü, bu tutkuyu besleyen birer hazineydi.

DÜNYANIN YILDIZIYDI

Fransız sinemasının altın çağını simgeleyen, karizması ve oyunculuğuyla milyonların kalbine taht kurmuş bir isimdi Alain Delon. Onunla büyüyen jenerasyonlar için Delon, sadece bir aktör değil, aynı zamanda bir idol, bir stil ikonu ve zamanın ötesine geçmeyi başarmış bir figürdü. 1935 yılında Paris’in banliyölerinden birinde doğan Delon, genç yaşta anne ve babasının boşanmasıyla sarsıldı ve zorlu bir çocukluk dönemi geçirdi. Askeri okuldan atıldı, çeşitli işlerde çalıştı ve sonunda Fransız Deniz Kuvvetleri'ne katıldı. Ancak onun kaderi denizlerde değil, sinema dünyasında yazılıydı.

1957 yılında sinema dünyasına attığı ilk adım, bir efsanenin başlangıcının habercisiydi. İlk büyük rolünü 1958 yapımı Quand la femme s'en mêle filminde oynadı, ancak asıl çıkışını 1960 yılında Luchino Visconti’nin yönettiği Rocco e i suoi fratelli (Rocco ve Kardeşleri) filmiyle yaptı. Bu film, onun dramatik yeteneklerini gözler önüne serdi ve Delon, yalnızca Fransa’nın değil, tüm dünyanın tanıdığı bir yıldız haline geldi.

Delon’un derin bakışları, onun neden bu denli efsaneleştiğini en iyi açıklayan unsurlardan biridir. Le Samouraï'deki sessiz ama ölümcül samuray, Rocco ve Kardeşleri'ndeki masumiyeti ve trajediyi aynı anda barındıran genç adam, Güneş Parlıyor'daki Tom Ripley’in sinsiliği... Her rolünde farklı bir yüz, farklı bir duygu, ama hep aynı etkileyicilik vardı.

SADECE AKTÖR DEĞİLDİ

1960’ların başından itibaren sinemada bir efsane olma yolunda ilerlerken, Delon’un büyüleyici ve etkileyici fiziği, şöhretini pekiştirdi. Plein Soleil (1960), Le Samouraï (1967) ve L'Eclisse (1962) gibi filmlerdeki performansları, onu bir ekran ikonu yaptı. Bu filmlerde canlandırdığı karakterler, sessiz, gizemli, ama aynı zamanda güçlü ve karizmatik erkeklerdi. Le Samouraï'deki Jeff Costello karakteri, Delon’un soğukkanlı ve karizmatik imajını perçinleyen, sinema tarihinin unutulmaz karakterlerinden biri oldu. Bu filmde, Delon’un minimalist oyunculuğu, karakterin içsel çatışmalarını sessiz bir yoğunlukla yansıtıyordu. Jean-Pierre Melville’in bu kült klasiği, Delon’un sinema kariyerindeki en önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir. Ancak Delon, sadece bir aktör değildi; aynı zamanda bir yapımcı ve iş insanıydı. 1970’lerde kendi yapım şirketini kurarak, kontrolü elinde tutmayı ve kendi projelerini yönetmeyi tercih etti. Bu dönemde hem Fransız hem de uluslararası sinemada iz bırakacak projelere imza attı. Ayrıca, onun sinemaya kattığı stil ve zarafet, moda dünyasında da yankı buldu. Delon, artık sadece bir aktör değil, aynı zamanda bir stil ikonu olarak kabul ediliyordu.

Onu izlerken, seyircinin hissettiği yalnızca karakterin hikâyesi değildi; Delon’un bakışları, duruşu ve hatta suskunluğuyla bile beyazperdede bir öykü anlatılabilirdi. Belki de onunki, Lacan’ın "arzu nesnesi" kavramının sinema perdesinde hayat bulmuş halidir. Herkesin peşinde koştuğu ama kimsenin tam olarak sahip olamadığı bir yıldızdı o; bir yanı hep gizemli, bir yanı hep ulaşılmaz.

Alain Delon’un ölümü, sadece Fransız sinemasının değil, dünya sinemasının da en hüzünlü günlerinden biri olarak tarihe geçecek. Onu izleyenler için bu, bir dönemin kapanışı; bir daha asla aynı etkiyi hissettiremeyecek olan bir sinema hissinin yitimi. Ancak geriye bıraktığı filmler, onun o eşsiz karizmasını ve etkileyici bakışlarını her daim yaşatacak. Tıpkı o gün Leopar filmini izlerken hissettiğim hayranlık gibi, Delon’un mirası da kalbimizde aynı tazelikle kalacak.

***

HABERİ ÇOCUKLARI VERDİ

Fransalı Aktör Alain Delon 88 yaşında hayatını kaybetti. Delon'un ölüm haberini çocukları çocukları duyurdu. Açıklamada, şöyle denildi: ”Alain Fabien, Anouchka, Anthony ve (köpeği) Loubo, babalarının ölümünü duyurmaktan derin üzüntü duyuyorlar. Douchy'deki evinde, üç çocuğu ve ailesiyle birlikte huzur içinde hayata veda etti. Bu son derece acı verici yas döneminde onun mahremiyetine saygı göstermenizi rica ediyoruz.”

Delon'un sağlık durumu, 2019'da geçirdiği felç sonrası kötüleşmişti. Delon'un 2019 yılından bu yana, Fransa'nın Val de Loire bölgesinde bulunan Douchy kentindeki malikanesinden nadiren ayrıldığı belirtiliyordu.