Otuzuncu yıldönümünden geçerken, 12 Eylül darbesine gidiş sürecini bir kez daha hatırlatmakta yarar var.

Bir Yıldönümü



Otuzuncu yıldönümünden geçerken, 12 Eylül darbesine gidiş sürecini bir kez daha hatırlatmakta yarar var.


12 Mart darbesi, Türkiye toplumunun sola yönelmesini önlemedi. Bu sürece önemli bir katkı, Ecevit’in, Mayıs 1972’de İnönü’yü yenilgiye uğratarak CHP Genel Başkanı olması gösterilmelidir. Ecevit, 12 Mart düzenine karşı çıktı; partisini ılımlı bir sınıfsal platform içinde sola çekti. Bu dönüşümün siyasi meyvelerini de derledi. Ekim 1973 ve Haziran 1977 genel seçimlerinde Adalet Partisi’ni (AP’yi) geçerek birinci parti oldu; Aralık 1977’deki yerel seçimlerde de (yüzde 43’e yükselen oy oranıyla) belediye başkanlıklarının çoğunu kazandı.


Parlamento-dışı, sosyalist sol da bu dönemde paralel bir gelişme göstermekteydi. Sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde, büyük kent varoşlarında, Anadolu kasaba ve köylerinde sosyalist solun örgütlenme gücü yükselmekteydi. Türkiye, yüzde 50 eşiğine ulaşan sendikalaşma oranı ile Batı Avrupa ülkelerinin çoğunun aşmıştı.


Solun ve emekçi sınıf örgütlerinin güçlenmesi, bölüşüm ilişkilerine de yansıyacaktı. 12 Mart rejiminin bitimiyle 1979 arasında sanayide reel ücretler, verim artışının çok üstünde seyredecek; böylece sınaî katma değerde ücret payı çok hızlı bir artış gösterecekti. Piyasa için üretim yapan milyonlarca köylü ailesinin en önemli bölüşüm göstergesi olan çiftçinin eline geçen göreli fiyatlar, 1972-1979 arasında dörtte bir oranında düzelecekti.


***


1970’li yıllar son bulurken Türkiye toplumunun geleceğini belirleyecek dört önemli gelişim dikkat çekmekteydi.


Birinci olarak Türkiye’de toplumsal sınıflarla siyaset arasında Avrupa-türü bir yapılanma oluşmaktaydı: Emekçi sınıflar aydınlanma geleneğinden beslenen sol siyasetin farklı akımları içinde örgütlenmeye, toplanmaya başlamaktaydılar.


İkinci olarak, emeğin pazarlık gücündeki hızlı yükselme; dış kaynak akımlarında (uluslararası konjonktürle bağlantılı) bir daralmayla eş-zamanlı olduğu için siyasi iktidarlar çok ciddi bir istikrar sorunuyla karşı karşıya gelmekteydiler.


Üçüncü olarak, egemen sınıflar sol siyasetin ve emeğin güçlenmesi olgularına karşı çözüm arayışlarına yönelmek zorunda kalmaktaydılar. Uzlaşmacı veya çatışmacı seçenekler gündemdeydi.


Dördüncü olarak, Batı solunun yükselme dönemi son bulmuştu. Uluslararası sermaye kapsamlı bir karşı-saldırıyı başlatmak üzereydi. Dünya Bankası ve IMF, çevre ekonomilerine neoliberalizmi ihraç etme işlevini üstlenmeye başlamaktaydılar. Ve ilk uygulama alanlarından biri Türkiye olacaktı.


***


1978-1979’da Ecevit bu ortamda başbakanlık yaptı. AP’den transfer onbir bakanı içeren hükümetin çeşitli gerilim anlarında uyumlu çalışması mümkün değildi.


İlk aşamada egemen sınıfların en gerici klikleri, AP+MHP+MSP’den oluşan Milliyetçi Cephe’nin (MC’nin) antikomünizm platformuna destek verdiler. Solu hedefleyen faşist şiddet bu yıllarda tırmandı. Kahramanmaraş kıyımını, Doğan Öz, Abdi İpekçi, Bedrettin Cömert cinayetlerini örnek gösterebiliriz. Bir kanadı esasen sağ şiddetin içinde yer alan MC ise, sürekli olarak sıkıyönetimin ilanını ve genişletilmesini istemekteydi.


Egemen sınıfların büyük İstanbul sermayesi tarafından temsil edilen kanadı, Ecevit hükümetinin kurulmasını başlangıçta desteklemişti. Şu şartla ki, istikrar politikaları emek disiplin altına alınarak gerçekleştirilsin ve kendilerinden (artan vergi yükü gibi) anlamlı katkılar beklenmesin…


MC hükümetlerinin mirası olan yüksek dış borç yükümlülüklerini hafifletme müzakerelerinde Ecevit’e sunulan IMF reçeteleri, büyük sermayenin bu talepleriyle çakışmaktaydı: Hasat mevsiminde mazota zam, ücret artışlarının frenlenmesi, devalüasyon oranı artırılırken fiyat kontrollarının kaldırılması, sermaye aleyhine vergi tasarılarının askıya alınması… Her müzakere aşamasında daha da ağırlaşan listelerle karşılaşan hükümet, ayağını sürüyünce IMF kredileri askıya alınacaktı.


Hükümet, IMF cenderesinden kurtulma beklentisiyle dış destek aradığı OECD’de; Almanya ve İskandinavya’nın sosyal demokrat iktidar partileriyle görüşmelerde Dünya Bankası’nın “yapısal uyum” reçeteleriyle karşılaştı: Türkiye ekonomisinin geleceğini biçimlendirmeyi hedefleyen stratejik önceliklerin; kısacası planlamanın terkedilmesi isteniyordu: “Bizden dış kaynak istiyorsanız, orta dönemi unutun; sadece istikrar ve kriz yönetimiyle uğraşın… Piyasa mekanizması ve karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı uluslararası uzmanlaşma gerisini çözer.”


Ecevit bu taleplere teslim olsaydı yedi yıldan beri güçlükle oluşturduğu sol siyaseti de terketmiş olacaktı. Sürecin siyasi boyutları Faruk Ataay’ın Kriz Kıskacındaki Türk Siyaseti başlıklı kitabında; ekonomik ağırlıklı (ve “içeriden”) anlatımları Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü (Ergun Türkcan’ın editörlüğünde hazırlanan) başlıklı derlemede yer alan Bilsay Kuruç ve Oktar Türel’in yazılarında izlenebilir. Özetleyelim: Hükümet IMF ve diğerleriyle görüşmeleri sürdürdü; ama tam teslimiyeti reddetti. Türk-İş ile bir toplumsal anlaşma yaptı; ama üçüncü ayağı oluşturması gereken sermaye örgütleri anlaşmaya katılmadılar. Zira, Türkiye burjuvazisi, artık, Batı’dan esen rüzgârları izleyerek sadece maliyeti emekçe üstlenilecek bir istikrar programını değil; Türkiye toplumunun bölüşüm dinamiklerinde kalıcı bir değişmeyi istemekteydi.


Böylece uzlaşmacı değil, çatışmacı seçeneği yeğlediler. Vehbi Koç Temmuz 1978’de “Türkiye’nin doğru dürüst bir yönetimden yoksun” olduğunu belirterek ilk işareti verdi. Sermayeyi temsil eden tüm çevreler, dalga dalga, saldırının dozunu yükselttiler. Mayıs 1979’da kolektif bir bildiriyle, hükümetin uygulamalarını “hür teşebbüsü yok edecek yönde” olduğunu ilan ederek sınıf savaşını ileri noktaya taşıdılar.


Bıçak sırtı dengede kurulan hükümetin dağılması kaçınılmazlaşmıştı. Aralıkta Demirel Üçüncü MC hükümetini kurdu. Bu reçetenin yerli mimarı olan Özal, 24 Ocak kararlarının parlamenter ortamda yürütülmesinin mümkün olmayacağını baştan beri biliyordu. 12 Eylül’ün yolu açılmıştı. Ecevit hükümetine saldırıyı başlatan, sürdüren, tırmandıran sermaye gruplarının hepsi, istisnasız olarak darbeyi destekleyecekler; 1982 Anayasası’nın oluşumuna aktif katkı verececeklerdi.