7 Kasım 2009, Rusya’da Bolşevikleri iktidara getiren Ekim Devrimi’nin 92. yıldönümüdür. Kanlı bir iç savaşın ardından beş yıl sonra Sovyetle

7 Kasım 2009, Rusya’da Bolşevikleri iktidara getiren Ekim Devrimi’nin 92. yıldönümüdür. Kanlı bir iç savaşın ardından beş yıl sonra Sovyetler Birliği kurulacak; altmış dokuz yıl sonra da, 8 Aralık 1991’de, Beyaz Rusya’daki bir köşkte, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya Cumhurbaşkanları tarafından imzalanan bir anlaşmayla son bulacaktı. Anlaşmayı Rusya adına imzaladıktan sonra Yeltsin’in içki masasında sızdığı; Kravçuk ve Şuskeviç (Ukrayna ve Beyaz Rusya cumhurbaşkanları) tarafından taşınıp yatırıldığı söylenmiştir.
Üç liderin imzaladığı bu belge, hukuken geçersizdi; ama, on yedi gün içinde işler kitabına uyduruldu: 21 Aralık’ta SSCB’yi oluşturan Cumhuriyetlerin (dördü hariç) liderleri Alma Ata’da bir araya geldiler ve SSCB’nin son bulduğunu belgeleyen bir protokolde anlaştılar. Üç gün sonra Gorbaçov Sovyet Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa etti. Bir gün sonra da SSCB Yüksek Sovyeti (parlamentosu) kendini feshederek bu trajikomik olaylar zincirine noktayı koydu.
Bugün Ekim Devrimi’ni, 1991’deki hazin sonun “ilk perdesi” olarak hatırlamıyoruz. Onu, sınıflı toplumların uzun tarihinde, hem üreten, hem sömürülen yüz milyonlarca emekçi insanın eşitlik, adalet ve özgürlük arayan uzun mücadelelerinin bir ürünü olarak, “imkânsızı birdenbire mümkün kılan” bir büyük “kopma” olarak anıyoruz.
•••
Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Bolşevikler hayatlarını sınıfsız, âdil, eşitlikçi bir ütopyayı gerçekleştirme mücadelesine adayan insanlardan oluşan uzun geleneğin temsilcileriydiler. Yedi düvelin emekçilerini birbirine kırdıran emperyalist savaşa karşı çıktılar; bu savaşa yol açan egemen sınıfları iktidardan uzaklaştırmayı hedeflediler ve Ekim Devrimi’yle Rusya’da başarıya ulaştılar.
Bolşevikler eski yoldaşlarıyla, sosyalizmin revizyonist kanadıyla, Menşeviklerle yolları ayrılarak, mücadele ve kavga ederek devrimi gerçekleştirdiler; yeni toplumu oluşturmanın ilk adımlarını atarken, taktik ve strateji tartışmalarını katı, insafsız üsluplarla sürdürdüler.
Bütün bunlara rağmen, Lenin ve arkadaşları, sözünü ettiğim o uzun geleneğin bir halkası olduklarını hiç unutmadılar.
Bu olguyu, Sovyet devriminin ilk yıllarının tarihçesine girerek belgelemeye burada imkân yok. İki sıradan örnek vermekle yetineceğim.
Birinci örnek, Moskova’da Kremlin yakınlarındaki Aleksandrovski Bahçeleri’ndeki bir Dikilitaş’la ilgili. İki Sovyet yazarının (D. Valovoi ve H. Lapshina’nın) imzalarını taşıyan 1983 tarihli bir kitapçıkta fotoğrafını gördüm  ve öğrendim ki, bu Dikilitaş Ekim Devrimi’nin ilk yıldönümünde Lenin’in direktifiyle “devrimci hareketlerin liderlerini ve öncü sosyalist düşünürleri anmak amacıyla” dikilmiş. Dikilitaş’a Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin baş harfleri ve on dokuz tarihsel şahsiyetin isimleri işlenmiş.
Devrimin ilk yıldönümünde Bolşevik liderlerin, “öncü sosyalist düşünürler ve devrimci hareketin liderleri” olarak kimleri seçmiş oldukları ilgi çekicidir. Dikilitaş’taki isimler şunlardır: Marx, Engels, Liebknecht, Lassalle, Bebel, Campanella, Mellier, Winstanley, Thomas More, Saint Simon, Vaillant, Fourier, Jaures, Proudhon, Bakunin, Çernişevski, Lavrov, Mikhailovski ve Plehanov…
Bu, uluslararası sosyal muhalefet tarihinin birkaç yüzyıl öncesine kadar uzanan ütopik, devrimci ve reformist akımlarını temsil eden bir listedir. Bolşevikler, düzen karşıtı sosyal muhalefeti ve “başka bir dünya inşa etme” çabalarını içeren aile ağacının bir özetini Dikilitaş’a yerleştirivermişler. Üstelik, bu aile ağacındakilerin araları da her zaman iyi olmamıştır. Marx’ın Proudhon’la, Bakunin’le, Lassalle’le anlaşmazlıkları; Bolşeviklerin Plekhanov’la kavgaları ünlüdür. Buna rağmen 1918’deki anlayışa göre, bu kavgalar aile-içi ayrılıklardı; “aynı yolun yolcuları” arasındaydı. Farklılaşmalar, “sınıfsız, eşitlikçi, adil ve özgür bir başka dünya inşa etme” hedef ve özleminde değil, o amaca ulaşmanın yol ve yöntemlerinde söz konusuydu.
Bu listeyi gördüğümde, anarşizmin tarihsel liderlerinden Bakunin’in yanında diğer ünlü bir Rus anarşistinin, parlamenter sosyalizmle ve Alman Marksizmi’yle hep mücadele etmiş olan Kropotkin’in niçin yer almadığını merak etmiştim. Sonraları, Kropotkin’in, Bir Devrimcinin Anıları başlığı altında Türkçe yayımlanan iki ciltlik nefis yapıtı (Mazlum Beyhan çevirisi, Öteki Yayınevi) elime geçince, kitabın önsözünden öğrendim ki, Dikilitaş yerleştirildiğinde Kropotkin Moskova’da, hayatta imiş. bir halk iktidarının yerleştirilmesi için düşündüklerini ve eleştirilerini mektuplarla Lenin’e iletmekte olduğu anlaşılıyor.
Lenin ise onun için, “bütün o güzel geçmişiyle ve yaptığı işlerle bizim için çok değerlidir” diye yazmış Ve 1921’de öldüğünde Kropotkin’in mezarına, Sovyet Halk Komiserleri adına konan çelengin üzerinde “Çarlığa ve burjuvaziye karşı yılmadan savaşan P.A. Kropotkin’e saygıyla” sözcükleri yer almaktaymış.
•••
Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Bolşevikler, sözünü ettiğim “büyük aile”nin mensubu oldukları için; ailenin “büyükleri ve yaşdaşları” ile zaman zaman anlaşmamalarına rağmen kendilerini böyle gördükleri için saygıyla anılmalıdır.
“Defterin kapandığı” tarihteki hazin manzaranın sorumluluğu ise Ekim Devrimi’nde değil, çok sonralarında aranmalıdır.