OHAL ile birlikte muhalefetin hareket kabiliyetinin sınırlandırılmasının etkisiyle oluşan durağanlık olumsuz bir algıya neden olsa da, HAYIR dalgasının ilerici birikiminde ortaya serilen toplumsal dinamizm ve değişim talebi eksilmeksizin ortada durmaya devam ediyor

Bir yol açmak

Trump’un Kudüs hamlesi Orta Doğu’daki yeni hamlelerin manivelası oldu. Bu adımın hem Trump hem de Netahyahu için iç siyasetteki sıkışma karşısında nefes alma imkânı sağlaması bir yana Orta Doğu’da yeni bir diziliş çabası Türkiye için de önemli sonuçlar ortaya çıkarıyor.

Trump’la kılıç dansı sonrasında Körfez ülkelerinin Suudi Arabistan önderliğinde gündeme getirdiği Katar ambargosu ilk adımdı. Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın (MbS) ‘ılımlı İslama geçiş’ sözüyle başlayan ekonomik ve (sembolik) siyasi açılımlar Suudi Arabistan’ı öne çıkaran bir başka adım oldu. Ortadoğu’nun büyük güçler gölgesindeki güçler dengesi içinde MbS eliyle Suudi’lerin neler yapılabileceği ayrı bir tartışma olmakla birlikte, Türkiye açısından somut sonuçlarını Kudüs krizinde de görmek mümkün. MbS, Erdoğan’ın İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantı çağrısına katılmadı. İİT toplantısıyla aynı gün Riyad’da konuşan MbS ‘başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin’ vurgusuyla kendi çözüm açılımını ortaya koymayı tercih etti. Aynı gün İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz da Kudüs krizinin çözümü için Suudi Arabistan’ın arabulucu olabileceğini söyleyerek, MbS’yi Tel Aviv’e davet etti.

• • •

Bu gelişmeler Erdoğan ve siyasal İslamcı rejimin, Orta Doğu’daki gelişmeler içinde aktör olmaktan çıktığını/çıkartıldığını da ortaya koyuyor. Bir yanıyla yeni bir olgudan söz etmiyoruz. Siyasal İslamcı iktidar kuşağı yaratmaya dayanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Mısır, Tunus ve Suriye’de bu güçlerin yenilgisiyle kırıldı. AKP-Cemaat ortaklığında yaratılan G. Fuller’ın ‘yeni Türkiye’sinin miadının dolduğu bu evrenin ardından yaşanan bir tür geçiş süreci devam ediyor. AKP, bu geçiş döneminin muğlakları içinde pozisyon tutmayı, Suriye merkezli güç mücadelesinde Rusya salınımlarıyla hamleler yapmayı zorlayan bir pozisyonla, Ortadoğu’da aktör olarak kalabilmeyi sonuna kadar zorladı. Gelinen noktada Ortadoğu’da siyasal İslam merkezli bir egemenlik alanının imkânsızlaştığı ancak ABD’nin bütünlüklü bir yeni strateji ortaya koyamadığı halen belirsizliklerin çok olduğu bir ortamdayız. Ancak, Katar’dan Kudüs’e yaratılan krizler içinde döşenen taşlara bakıldığında Türkiye’nin hesap dışı bırakıldığı aynı zamanda bölge ilişki ve desteklerinin sınırlandığını görmek mümkün. İİT toplantılarının, İsrail’e dayılanmanın iç siyasetteki (artık sınırlı) etkisinin dışında kimse için bir anlam ifade etmediğinin herkes farkında. AKP için Ortadoğu’daki son tutunma noktası ise Suriye’nin siyasi geçiş sürecinde, Kürtlerin inisiyatifini sınırlandırabilecek bir rolü Soçi Zirveleri’nde Rusya’dan koparabilmek. Ortadoğu’da kaybedilmiş bir ütopyanın ardından AKP (içerdeki milliyetçi-İslamcı blokla birlikte) Afrin’i sinir ucu olarak işaret eden bir milliyetçi politikaya dayanmaya çalışıyor. Bir gece ansızın çıkışları, sınıra askeri yığınaklarla durağanlaşan dolayısıyla da sıkıcılaşan milliyetçi tekerrüre yeni bir parlama anı kovalanıyor. Bu ihtimale yapılan yığınak AKP’ye güç taşımaya devam etmekle birlikte, ABD’nin PYD ittifakının dışında, Rusya’nın da Suriye’de Kürt açılımları bu ihtimali de kısa zamanda ortadan kaldırabilir bir geçişi işaret ediyor.

• • •

AKP’nin yaşadığı bu sıkışma, ABD’nin Ortadoğu politikasının dışına doğru düşmesiyle başlayan süreç Reza Zarrab’dan Suriye iç savaşındaki rolüne ilişkin pek çok bilginin ortaya serilerek, yıpranmasının arttırıldığı ve kabul edilebilir bir aktör olmaktan çıktığı bir noktaya doğru eviriliyor. AKP tüm bu süreci elindeki medya ve devlet olanaklarıyla yürütülen yüksek dozlu bir propaganda eşliğinde, anti-Amerikan görünümüne de bürünen bir milliyetçilik içinde aşmaya çalışıyor. Manipülasyon ve propaganda gücünün gerçekle yalanı yer değiştirmekte iktidarı marifetli kıldığından şüphe yok ancak artık mızrak da çuvala kolay kolay sığdırılamıyor! Giderek bozulan ekonomik yapının halka yüklenen vergilerle aşılmaya çalışılması, küresel sermaye düzeni içinde Türkiye’nin riskli bir ülke olarak görülmesi gibi faktörlerle zayıflayan bir iktidar karşısında farklı planlardaki bir değişim arayışı da öne çıkıyor. Böyle karmaşık ve belirsizlikle dolu bir ortamın en önemli olumsuzluklarından birisi halkın siyasette devre dışı kalarak izleyici pozisyonuna doğru itilmesi. Siyasetin dışarıdan-tepeden çatışmalarla belirlendiği, bu plandan gerçekleşecek değişime dayanarak ülkenin ve halkın hayrına sonuçlar üretmeyeceği ortada. Bu ortamda siyasal İslamcı rejime karşı halkın kendi gücüne dayanan mücadele gerçek bir değişime gidecek bir yol açılabildiği oranda, ülkenin geleceğine sahip çıkılabilecek.

• • •

Böyle bir imkânın ya da gücün olup olmadığı ise zaman zaman yayılan umutsuzluk ikliminde tartışma konusu olabiliyor. Böyle zamanlarda politikadan bağımsız siyaset tasarımları öne çıkabiliyor. Aslında durum hiç de öyle umutsuzluk içinde ele alınabilecek bir noktada değil. OHAL ile birlikte muhalefetin hareket kabiliyetinin sınırlandırılmasının etkisiyle oluşan durağanlık böyle bir algıya neden olsa da HAYIR dalgasının ilerici birikiminde ortaya serilen toplumsal dinamizm ve değişim talebi eksilmeksizin ortada durmaya devam ediyor. AKP’nin milliyetçi bloklaşma siyasetleriyle bu ilerici dalga merkezini kırabilmesi ya da pasifize edebilmesinin mümkün olmadığı aynı zamanda AKP’ye karşı muhalefet eden herkesin (hatta AKP’nin kendisindeki tasfiyelerle değişim görüntüsünün) bu dalganın politik taleplerini görmezden gelemediği bir gerçeklik var. Eksik olan ise bu arayışa siyasi bir kuvvet kazandıracak, bir yol tayin edecek politikaların yeterince güçlü biçimde ortaya konulamamasında düğümleniyor. Bu da her şeyden önce siyasal İslamcı rejime karşı, bir tür normalleşme ile eskiye dönüşü temel alarak gerçekleştirilemez. Bu düzeni değiştirme iradesine sahip olmayan hiçbir siyasetin siyasal İslamcı rejim karşısında başarı şansı bulunmuyor ki muhalefetlerimiz şimdi daha çok normalleşmeye doğru sıkışmış durumda. Erdoğan ise tam aksine (bize biraz tuhaf hatta komik gelse de) düzen yıkmaktan söz etmeye devam ediyor! Muhalefetin etkisizliğinin aşılması ve muhalefet hareketlerinin birikimlerinin somut bir güce dönüşebilmesi öncelikle halkın gücüne dayanan bir siyaseti temel alarak, çürümüş düzen karşısında bir başka düzen alternatifini tüm uğraklarda ortaya koyabilmesidir.

• • •

Böyle bir siyaset ülkenin geleceği için hava ve su kadar ihtiyaçtır. İbrahim Varlı’ın BirGün’de “Ortadoğu’daki sol nereye gitti” sorusuna verdiği yanıtları bu açıdan bir kez daha düşünmekte fayda var. 20. yüzyılda sosyalizmin etkisi altında gelişen sol hareketler, Ortadoğu’nun ABD güdümündeki Yeşil Kuşak projesiyle başlayan ve küreselleşme dalgaları altında etnik ve mezhepsel siyasetlerin öne çıkartılmasıyla derinleşen süreç içinde etkinliğini kaybetti. Ortadoğu coğrafyası ateşe verilmiş, ülkeler dağıtılıp, halklar birbirine kırdırılırken ve Filistin davası dahi sahipsizken tüm bu coğrafyanın neden solsuz bırakıldığını anlamak daha kolay. Ülkemizde de Amerika’nın olduğu bitmek bilmez operasyonlarla, 21. yüzyılın din ve kimlik eksenli siyasetlerinin yarattığı dağılma ile gelinen durum ortada. Ortalık ABD güdümündeki siyasal İslamcılara ve bilumum sağ siyasetlere bırakılarak yapmak istedikleri her şeyi yaptılar. Bütün bunlara rağmen ülkenin devrimci ve ilerici birikimi siyasal İslamın kalıcılaşmasına halen izin vermeyen büyük bir direnişi de gösteriyor. Bu rejimin sonu da Gezi’den HAYIR’a uzanan milyonların yürüyüşü ile sona erecek!