“Sen aynadan içeri bakarsan, ayna içinden bir sen de sana bakar. Sen zihninin derinliklerine bakarsan o derinliklerden bir çift göz de sana bakar. Her daim içine bakabilmeyi bilen insan dünyayı diğerlerinden daha iyi görür. “

Güneş, kızıl bir tepsi gibi ufuktan çekilip hava gölgelenmeye başladığında kırlangıçların bıçak gibi kestiği alaca karanlıktan sızan ince yel Hoşaf Sami’nin boynunu, göğsünü gıdıklamaya başlamıştı. Narenciye çiçeklerinin o iç bayıltan kokusunu esen yelle birlikte içine çeken Sami çoktan kısa pantolonlu düşlerine dalmış, daha bir yudum dem almadan öylesine çakır keyf olmuştu ki o an Cenap Hoca’yı duyması olanaklı değildi.

Kırkçıkmaz Mahallesi’nde Mahmıre’nin kırkı yeni çıkmıştı. Artık zürafaların klarnet çaldığı eğri damlı büğrü evlerde dümbelek çalınabilir, yeşermiş kiremitlerin boyun devirdiği, üzeri mor salkımlarla bezenmiş balkonlarda rakı sofraları kurulabilirdi. Zaten o ılık nisan sonu akşamında da öyle olmuş, Cenap hoca, Hoşaf Sami ve Dümenci Holi, Kasapın balkonuna postu sermişler, hafiften hafife demlenmekteydiler. Hoca’yı can kulağı ile dinleyen Dümenci;

-“Doğru söylersin de Hocam bizim içimize bakmaya halimiz mi kaldı, kaderi bozuk, ayar tutmaz bir ömrü tüketir olduk hanidir. Biz böyleyken, çocuklarımızda dalı kırık fidan gibi, artık ne yana büyür Allah bilir. Zaman mı içimize akıyor biz mi zamana akıyoruz bilemez olduk, öylesine akıp gidiyoruz işte ağustos dereleri gibi..”

Buz rakıyı eme eme küçülmüş, kadehler davetkar bir biçimde buhulanmıştı. Cenap Hoca bu davete daha fazla dayanamadı; -“sağlığa” deyip kaldırdı kadehini. Diğerleri de hep birden “sağlığa” deyip o ilk uzun yudumun tadını çıkarırlarken Cenap Hoca Dümenci’ye dönüp;

-“Bak dümenci, zaman dediğin çocuğun elindeki dondurma gibidir, sen aval aval oraya buraya bakarken o eriyip gider. İyisi mi onu yalayıp yutacaksın, tadına vara vara, sindire sindire. Eriyip gitmesine izin vermeyeceksin. Bakma sen ‘vakit nakittir’ dediklerine. O,  hayatı para gözüyle gören burjuva ağzıdır. Oysa, ‘vakit ömürdür’ benim bildiğim. Senin için ömür olan vakit burjuvazi için sömürülecek emek sürecidir.”

Hoşaf Sami tam ağzını açacaktı ki aşağıdan gelen gürültü ile hep birlikte boyunların uzattılar. 1 Mayıs afişlemesine çıkan mahallenin gençleri iletşim kutusuna afişi yapıştırırken kutuya bitişik Sıdıka Teyze’nin yeni badana ettiği duvarı da bir hayli batırmışlardı. Bunu gören Sıdıka Teyze de mahalleyi ayağa kaldırmakta gecikmemişti. Daha birkaç gün önce kapı önünde sohbet eden, Hacı, oğlu Sendikacı Rasim ve Kasap Hüseyine;
-“Bahar geldi, boya badana zamanı. Renk seçimi önem kazanıyor bu durumda. Bu mevsim açık, uçuk renkler revaçta; fıstık yeşili takiye, kanarya sarısı şike, boksit sarısı sendikacılık..” deyip lafı, her üçüne de  aynı anda, aynı cümlede toptan sokuşturmayı becerivermişti. Böyle de beceriklidir işte Sıdıka Teyze.

Şamata biraz olsun kesildikten sonra Cenap Hoca kaldığı yerden devam etti;
-“Gördün mü Dümenci gençler nasıl dolduruyor zamanı. Sen ağustos dereleri gibi akarken onlar bahar dereleri gibi çoşa çoşa akıyorlar hayata. Bu 1 Mayıs'ta, Davutoğlu’na inat Suriye’de emperyalist müdahaleye karşı barışı haykıracaklar. Özgürlük, eşitlik ve insanca yaşam şiarı ile alanlarda olacaklar. Sen de katıl da zaman elinde dondurma gibi eriyip gitmesin, kurtul şu umutsuz uyuşuk halinden!”

Kasap, her zamanki gibi kalçalarını iki sandelyeye ancak sığdırabilen Dümenciye takılarak;

-“Hee ya Dümenci, sende katıl mitinge, yürüverde semer götün erisin biraz!”

Sonra Cenap Hoca’ya dönüp;
-“Bunlar hep böyledir Hocam, ahsız gün batırmazlar. Deli gibi severler yokuşlarını, taparcasına sahiplenirler çıkmazlarını. Sonra emperyalizmin taşeronlarına biat etmiş sendikaların çakma mitinglerinde alırlar soluğu. Gerçi Dümenci’nin yerinden kalkacak hali yok ya neyse..”

Dümenci hırstan kızarmış yüzünü yele vererek bir parça sakinleşmeye çalıştı. Ama bir laf etmeden,  polemiğe girmeden de geri duramazdı;

-“Haahh, tuzlayayım da kokma! Pabucumun sosyal demokratı. Mitingden, sokaktan söz edene bak! Ulan sokaktan kaçıp Meclis'e kapağı atarak siz meşru kılmadınız mı bu adamları? Ben bu kilolarımla gelsem gelsem ancak miting alanına gelirim. Yürüyüşe de vekil olarak kızımı gönderirim olur biter. Artık meslek örgütü ile mi yürür, sendikası ile mi bilemem.”

Hoşaf Sami elindeki çatalı bırakarak
-“Meslek örgütü ile yürüsün Dümenci bu dönem mücadele oralarda kızışacak gibi. Baksana kanun hükmünde kararnamelerle, hukuku by-pass ederek odalara yüklenme uğraşındalar.”

Cenap Hoca geniş bir yudum aldığı kadehini bir yumruk mezesi ile tamamladıktan sonra Sami’ye döndü;
-“Bu kanun hükmünde kararnameleri Özal döneminde de çok gördük biz. Ancak bak bu gün ANAP’ın yerinde yeller esiyor. Yarın AKP’nin akibeti de aynı olacaktır Ama TMMOB onyıllardır var ve bu mücadelesini sürdürürse güneşin doğduğu her gün de var olacaktır.”

Herkes bilirdi ki Dümencinin lakabına uygun pek çok bakışı vardır. Ancak bu kez Dümenci o kat kat bakışları içersinden en insan olanı, dünyaya en yakın olanıyla masadakilere bakarken esen bahar yeli mor salkımların kokusunu alıp yüreğine taşıdı. Kadehler, insanca yaşama, dostluğa kaldırıldı. Bir yudum ışık serpildi gölgelere...