Bana öyle geliyor ki, bu Yunan trajedisinin son perdesi, Troyka’nın, yani emperyalizmin lehine sonuçlanacaktır

Bir Yunan trajedisinin son perdesi mi?

Yunan tarihi de (edebiyatı gibi) trajedilerle doludur. Sonuncusu uzun sürdü; on yılı aştı. Ve galiba 2014 biterken son perde açıldı.

Bu trajedinin önceki perdelerini hatırlatayım:

Birinci perde: Yunanistan, belgelerle oynuyor ve Avro Bölgesi’ne alınıyor.

2001’de PASOK iktidarda; Simitis Başbakan’dır. Yunan siyasetçileri, ülkelerinin orta halli bir çevre ekonomisi olduğunu kabul edemez; “ihtişam tutkusu” yaygındır. Tutkunun güncel gereksinimi, Avro Bölgesi’ne girmektir. Ne var ki, kamu borçları, Avro’ya geçiş sınırlarının üzerindedir. Hükümet, Goldman Sachs Bankası’na gerekli koşulları “imal etmesi” için başvurur. Banka uzmanları, Yunan bürokratlarıyla birlikte borç istatistikleri üzerinde oynarlar; 2,8 milyar dolarlık borç gizlenir; istatistikler “uygun” hale getirilir; Drahmi tarihe karışır; ülke Avro Bölgesi’ne girer. Goldman Sachs’a da bu “hizmet” karşılığında 300 milyon dolar civarında ödeme yapılır.
İkinci perde: Yunanistan Avro Bölgesi’nin “garibanları” içinde yer alıyor.

Avro Bölgesi, emperyalizme özgü merkez/çevre ilişkilerini  hızla üretti. 2002-2008 döneminde Yunanistan’ın bağımlı konumu da açıkça ortaya çıktı. Drahmi’den Avro’ya geçiş, rekabet gücü bakımından Yunanistan’ı Almanya’nın gerisinde bırakacak biçimde gerçekleşmişti. Zamanla Almanya, Fransa ülkeye “bol kepçe” sermaye ihraç etti. Yunanistan ile bu ülkeler arasında enflasyon farkı arttı. Ulusal para ortadan kalktığı için, devalüasyon seçeneği gündem dışıydı. Rekabet gücü daha da geriledi; cari açıklar tırmandı. Dış kaynak girişleri kamu açıklarını besledi. 2004 Olimpiyatları bu bozulmaya katkı yaptı.

Kısacası, Avro Bölgesi’nin asimetrik yapısı, Yunanistan’ın dış bağımlılığını, kırılganlığını  ağırlaştırdı.

Üçüncü perde: 2008 krizinin ikinci dalgası AB’de borç krizine dönüşüyor.

2007 sonunda ABD’de patlak veren finansal kriz, birkaç ay içinde Avrupa’ya taşındı. Avro Bölgesi’nin çevre ekonomilerinde banka kredileri ödenemez hale geldi; özel kesim borçları da devletleştirildi. Finansal kriz, borç krizine dönüştü. Alman, Fransız bankalarının Yunanistan’dan 2010 alacaklarının 80 milyar dolara ulaşmış olduğu ileri sürülüyor.

Şubat 2010’da Kanada’daki G7 Maliye Bakanları toplantısında ABD Hazine  Bakanı Timothy Geithner’in yayımlanmamış notlarını Financial Times ele geçirdi. Geithner’in notlarına göre, “Avro Bölgesi’nin patronları” toplantıya Yunanlılara “ders vermek” niyetiyle gelmişler. Söylenenleri  aktarıyor: “Yunanlılar korkunç davrandılar; bize yalan söylediler. Ortamdan yararlandılar; mirasyedi gibi verdiklerimizi yuttular.

Onları ezeceğiz...”

Bu tepkiler, Yunanistan’daki çöküntüye, Avro Modeli’nin yapısal, asimetrik özelliklerinin katkılarını elbette göz ardı etmekteydi. Yunanistan’ın kabahati ise, emperyalizme tam teslimiyet getiren bir “zenginler kulübü”ne hile ve desise ile üye olmasında aranmalıydı.

Dördüncü perde: Yunanistan Troyka’nın yönetimine giriyor.

“Yunanistan’ı ezerek bir ders vermek...” Bu işlevi AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan Troyka üstlendi. Dört yıl boyunca, benzerine “Güney” krizlerinde rastlanmamış ağırlıkta ve vahşette bir kemer sıkma/yoksullaştırma programı Yunanistan’a uygulattırıldı. İktisatçı Yanis Varoukafis’ten aktarıyorum: “Milli gelirini küçültmesi şartıyla, Yunan devletine, tarihsel rekor boyutunda kredi açıldı ve iflas belirsiz bir geleceğe ertelenmiş oldu. Neden?  Bankaların yüzlerce milyarlık batık kredilerini, banka defterlerinden silip, Yunan halkının omuzlarına yıkmak için...” Sonuç, milli gelirin yüzde 24 daralması; Yunan halkının Üçüncü dünya ülkelerine özgü toplumsal bunalımlara, sefalet düzeylerine sürüklenmesi...

Siyaseti de Troyka yönetti. Siyasetçiler hakarete uğradı.  Programı referanduma sunmaya kalkışan Başbakan Papandreu istifaya zorlandı. Teknokrat Papademos Başbakanlığa getirildi. PASOK ve Yeni Demokrasi (YD) partileri teslim alındı.

Elbette halk muhalefeti yükselecekti. “Anlaşmayı tanımayacağız; borçları ödemeyeceğiz; Avro’dan da çıkmayacağız” sloganıyla seçimlere giren SYRIZA’nın kazanması önlenmeliydi. AB Komisyonu yetkilileri, “anlaşmayı tanımazsanız sizi Avro’dan da çıkarırız; AB’den de” şantajını kullandı. Haziran 2012 seçimlerinde Troyka karşıtı partiler çoğunluğa ulaştı; ama şantaj etkili oldu; YD yüzde 29,7 oyla öne geçti. İlk sıradaki partiye elli milletvekili armağan eden seçim sistemi sayesinde Samaras PASOK’la birlikte koalisyon hükümeti oluşturabildi.

Troyka programını sürdürdü.

Son perde: Yunan balonu patlıyor; SYRIZA yükselirken yeni seçimlere gidiliyor.

2014’te altı yıl kesintisiz küçülen ekonomi dibe vurmuş; ücretler ile fiyatların birlikte düşmekte olduğu bir depresyon hâli oluşmuş; bu sayede cari açık son bulmuştu. Ne var ki Mayıs’ta Avrupa Parlamentosu seçimlerinde SYRIZA yüzde 27 oyla YD’nin dört puan önüne geçmişti. Başbakan Samaras Eylül’de iyimser bir söylemle kamuoyunu etkilemeye karar verdi: “Buhran son buldu; kurtarma (Troyka) operasyonlarının sonuna geldik; yeni Yunanistan doğuyor.”

Troyka ise, kamuoyuna farklı bir mesaj iletti: Yunanistan bütçe açığını öngörülen eşiğe indiremedi; gerekli yasal düzenlemeleri tamamlamadı; dolayısıyla son kredi anlaşmasının koşullarını yerine getirmedi. Yıl sonuna kadar eksikler tamamlanmazsa, son dilim ödeme yapılmayacaktır. Yeni (üçüncü) bir kurtarma operasyonu da gündeme gelmektedir.

Samaras’ın şişirdiği balon aniden patladı. Borçlanma faizleri yukarı; borsa aşağı indi. Erkene alınan Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlanmayınca genel seçimler Ocak’a kaydı.

Trajedinin son perdesi, böylece, iki yıl öncesinin tekrarı gibidir: Troyka devam etmektedir; kamuoyu yoklamalarında ise SYRIZA öndedir.

• • •
Trajedi herhalde son bulacaktır. Ama nasıl? Ekonomik gerilemenin, toplumsal çöküntünün sınırlarına ulaşılmıştır. Ya Troyka, finansal sistemi ayakta tutan bir deflasyon ortamını (depresyonu) yönetmeyi üstlenecektir. Ya da SYRIZA seçimleri kazanacaktır...

Kazanabilecek mi? Kazanırsa ne olacak?

AB yetkilileri, iki yıl önceki tavırlarını tekrar ediyorlar: Alman Maliye Bakanı Schauble’nin sözleriyle: “Yeni seçimler hiçbir şeyi değiştiremez; yeni hükümet öncekinin sözleşme yükümlülüklerini sürdürmelidir.” AB Komisyonu’nun ağır topu Pierre Moscovici ise, borç ödemelerinin ihlalinin Avro Bölgesi’nden ihraç sonucu doğurabileceğini belirtti.

Peki SYRIZA ne yapıyor? Bu kez de Avro’dan çıkış seçeneğini reddediyor. Ancak, iki yıl önceki “borçları ödemeyeceğim” çizgisini terk etmiştir. Şimdiki önerilerine göre, özel sektör borçları ödenecek; Avro Bölgesi devlet alacakları üzerinde ise müzakere başlatılacaktır. 1953’te Batı Almanya’nın dış borçlarının yüzde 50’sini silen Londra Anlaşması bu seçeneğe örnek gösteriliyor. Dış borç yükünün hafifletilmesi ve varlıklı katmanların ek vergileri sayesinde Troyka’nın kemer sıkma politikalarına son verilecek; sosyal harcamalar hızla artırılacaktır.

Bu programı “satmak” amacıyla Avrupa finans çevreleri ile yoğun temaslar başlatılmıştır.

Tahmin edilebileceği gibi, SYRIZA’nın sol kanadı ve Komünist Parti, bu yeni çizgiyi uzlaşmacı ve teslimiyetçi bulmaktadır. Bunlar, haklı olarak, Troyka ile yapılan bütün anlaşmaların iptalini, bankaların kamulaştırılmasını ve Avro’dan çıkış seçeneğini savunmakta ısrarcıdır.

• • •

Bana öyle geliyor ki, bu Yunan trajedisinin son perdesi, Troyka’nın, yani emperyalizmin lehine sonuçlanacaktır.

Bu sonuç iki senaryo için de gerçekleşir: Birincisinde, Avro’dan çıkış şantajı, seçmenlerin kalabalık “orta sınıf” öğelerini ürküttüğü için SYRIZA seçimleri yitirir.

İkincisinde ise, SYRIZA seçimleri kazanır; ancak, sınırlı, sembolik ödünler dışında Troyka politikalarını, borç yükümlülüklerini sürdürmek zorunda kalır.

Yunanistan’ın ilerici, devrimci güçleri, bir kez daha temsilî demokrasinin sınırlarına toslayacaktır. Belki de SYRIZA’nın seçimleri yitirmesi, bu partinin sosyal demokratlaşmasını önleyebileceği, frenleyebileceği için daha hayırlıdır.