Nuri Bilge Ceylan’ın kariyerinin dönemlendirilmesi…

BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA 3:
Nuri Bilge Ceylan’ın kariyerinin dönemlendirilmesi…

Nuri Bilge Ceylan altı uzun metraj film yaptı bugüne kadar. Tarihsel süreç bize şunu gösteriyor, Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı, Bilge’nin sinemayla tanışması, kendi korkularını yenmesi, tekniğini ilerletmesi ve elbette kendine güvenini kazanması anlamına geliyor ve birinci evreyi oluşturuyorlar. Bu filmler içinde Kasaba’da karakter sinemasından daha çok durum sineması var, gözlemler ve duyumsanan anlar öne çıkıyor, bir yandan her şey gösterdiğini gösteriyor, öte yandan bu filmlerde insanlığa dair yapılan gözlemler için bir laboratuar işlevi görecek ayrışmalar var, bir tür dünyayı keşfedişin sineması, içinde yetiştiği insanlarla, kendi tarihiyle, geçmişiyle hesaplaşması.
Uzak ile büyüdüğü taşradan çıkıyor, kent merkezli, aynı şekilde yetiştiği yılların insanıyla kentte edindiği yeni değerlerin, aranışların, anlamsal boşluğun çatıştığı, bireysel ile kendini gerçekleştirme çabası arasında giderek güçsüz bir karakterin üzerine yoğunlaşıyoruz. Artık süreç kültürel ve gözlemsel olandan içe doğru yöneliyor. Bir yandan iç dünya, öte yandan derin bir aidiyetsizlik, karakterin iç dünyasındaki boşluk, adanamama, hayatın sürükleyici gücü karşısında geri çekilerek kendine hareket alanı yaratabilen bir karakter.
İklimler filmi, Uzak’taki bireysel davranış kalıplarını koruyan bir erkek karakter kişiliğinde birini başrole yine taşıyor, ancak bu kez bizzat karakterin diğer iki kadınla ilişkisi açısından ele alındığında bireysel ilişkiler, dramatik yapıyı inşa ediyor. Sürece öykü büyük oranda girmiştir. Üstelik seyirci başroldeki karaktere veryansın edecek şekilde karakter inşa edilmiş, bir yandan bir öykü anlatıyor, öte yandan öyküyü yıkıyor, ama filme damgasını vuran ve merkeze oturan karakter erkek, diğer iki kadın da bu karaktere göre çok daha olumlu çizilmiş. Dördüncü karakter, İsa’nın üniversitedeki oda arkadaşı bir anlamda erkeklerin dünyasını öte yandan ise İsa’nın karakterini çizmek üzere öykünün içine yerleştirilmiş.
Üç Maymun kelimenin gerçek anlamıyla, hikâyeyi en dar olarak kurmak için, toplumsal yapı büyük oranda yalınlaştırılarak, özellikle dört karakter üzerinden tarihsel toplumsal süreçlere modelleme yapacak ölçüde bir biçim ve anlam aranışı olarak ortaya çıkıyor. Dört karakterin de ise merkezinde (Hacer) bir kadın duruyor. Kadının kimliğinden, aranışlarından, hayata tutunma süreçlerinden çizilen tablo dikkatinizi çekerim, bildiğim kadarıyla yalnızca Türkiye’de küçük bir infiale yol açıyor. İngilizce yazılan hiçbir eleştiri de (sağ olsun, Ceylan’ın sitesinde çok geniş bir bölümü yayınlanmış durumda) bırakın misojeniyi, kadının aşağılandığı söylemi yer almıyor. Hakikaten komik oldu, Üç Maymun Türkiye’de başta Alin Taşçıyan, kimi kadın yazarları galeyana getirdi ki toplanıp Ceylan’ın kastre etmek için “altın bamya” ödülü icat ettiler, gerçekten traji-komik bir durum yarattı. Ama Üç Maymun tam bir öykü sinemasıdır, kaldı ki filmin büyüklüğü ise ne anlattığı hikâyeden ne de hikâyeyi anlatışındaki büyük ustalıktan alıyor. Peki, o zaman nedir?
İşte Nuri Bilge’nin üçüncü dönemi Üç Maymun’la başlıyor, bunu film adlarından da anlayabiliriz, filmin adı olan Üç Maymun bir toplumsal/bireysel davranış tarzına karşılık geliyor. Aynı şekilde Bir Zamanlar Anadolu’da filmi de ele aldığı kasabanın çok ötesinde, genelde toplumumuz, tarihimiz, doğu toplumları, oradan da giderek insanlık üzerine bir anlam taşıyacak yapıya sahip. Nuri Bilge’nin başlangıçta itinayla korktuğu hikâye sinemasına girişi, ardından ise kesinlikle hikayeye sığmayan, ele aldığı karakterleri, ilişkilerini çok aşan, insanlık için bir mesel halinde okunabilecek filmleri son iki filminin ortak özelliği oluyor. Aynı zamanda iki filmde edebi anlamda birer roman formatına yaklaşıyor, açıkça söylenmeli bu filmlerdeki karakter çizilmesi ve ilişkilerin düşündürdükleri çok az sinemacıya nasip olacak denli derindir.
Şu tarihsel veriyle bağlamak isterim: 19. yüzyılda Fransızlar dünya edebiyatının merkezinde kendilerinin durduklarını sanıyorlardı, tarihsel evrim içinde son olarak naturalizm ve (biraz geç ve tepkisel de olsa) sembolizm edebiyat ve tiyatrolarına damgasını vurdu. Aynı yüzyılın ikinci yarısında ise Rus Edebiyatı gerçekçiliği Fransızların düşünemeyecekleri düzeye götürdüler, üstelik biçim alanında devrim yaratarak. Fransız edebiyatı ve hatta tiyatrosu biçim alanında aranışları üst düzeye götürürken, Ruslar iç dünyada devrim yaptılar, üstelik toplumun genel portresinden, geleceğin başat karakterlerini yaratarak genel olarak Rus Gerçekçiliği adı verilen, ama biçimsel ve üslupsal olarak inanılmaz bir çeşitlilik yaratarak. Oysa Rus Edebiyatı Fransızcaya ilk çevrildiğinde yaklaşık yarım yüzyıl gecikerek yayınlandıklarında, Fransızlar kendi geçtikleri evreleri sonradan takip ediyorlar diye aptalca ahkâm kesen eleştirmenleri ile gülünç duruma düştüler. Bu anlamda tarih Rus romanının hakkını verdi, tarihüstü bir karakter kazandı çünkü. Nuri Bilge’nin sineması ve yarattığı karakterler için de aynısını düşünüyorum, günümüzün harala gürelesinde içinde çok fark edilmemiş olsa da time-proof (zamanın yıpratıcılığına direnebilen) eserler olduğunu düşünüyorum. Bu derinlik ve böylesine biçimsel mükemmellik, herhangi bir kültürel iklimde başat hale gelemez, ama sessiz ve derinden gitmenin doğal bir sonucu olarak, dünya çapında alıcısı vardır, tarih içinde de gittikçe değeri artacaktır, sinema derinleştiğinde roman sanatının duyumsama dünyasındaki eşsizliğine yaklaşıyor.