İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Halk TV’nin birlikte düzenledikleri deprem mağdurlarına yönelik “Bir Kira Bir Yuva” özel yayınında yer almak için bugün Bakırköy’e gittim. Yıllardır Bakırköy’e gitmemiştim. Ankara’dan İstanbul’a taşındığımızda ilk evimiz Bakırköy İncirli Caddesi’nde, Dikilitaş’daki Ağma Bloklarındaydı… Babam Türk Hava Yolları’na geçince -o yıllarda tek bir sivil havayolu vardı- her uçuş personelinin aileleri gibi Atatürk Havalimanı’na yakınlığı dolayısıyla Merter-Ataköy-Bakırköy üçgeninde Bakırköy’ü seçmiştik. Evimiz Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne çok yakındı. Ben Ankara’dan İstanbul’a taşınmamızın şaşkınlığını henüz üstümden atamamışken buna bir de hastahaneden izinli çıkan, belki de kaçan akıl hastalarının tuhaf davranışları eklenmişti.


TEBESSÜMLE HATIRLADIKLARIM

Sigara isteyenler, yaptıkları hareketleri tekrarlamamı isteyenler, avaz avaz şarkı söyleyenler, saatlerce kıpırdamadan duranlar. Genellikle altlarında çizgili pijama üstlerinde solgun bir eşofman olan bu sıra dışı ve zararsız insanların ne düşündüğünü çok merak ederdim. Hatta bir keresinde pansuman yaptırmak için gittiğim bu hastahanede orta yaşlı bir kadının bana gülümseyerek yaklaşıp “Hoş geldin Mösyö Seli” diye koluma girmesi ve beraberce bütün bahçeyi gezip bana Paris hatıralarımızı anlatması hiç unutamadığım olaylardandı. Sonrasında bundan etkilenip yazdığım şiirde, hastaneyi çevreleyen yüksek duvarları kastederek “Düşündünüz mü hiç, bizler mi çıkmayalım, sizler mi girmeyin diye yapıldı bu duvarlar” diye 15 yaş romantizmiyle dünyayı sorgulamamı da hep tebessümle hatırlarım.

Bakırköy demek Cem Karaca demekti. Tarık Akan demekti. Zümrüt Kahvehanesi’nde bilardo oynayan Kenan Pars demekti. Zuhuratbaba Stadı’nda kıran kırana geçen amatör küme maçları demekti. Zambak spor demekti. Bunların yanı sıra benim için aynı zamanda Yurdaer Doğulu Müzik Merkezi demekti. Çamlık’taki bu küçük dershane milli gitaristimiz Yurdaer Doğulu’nun, kardeşi Zafer ile beraber her yaştan öğrenciye müziği sevdirdiği bir yerdi. Ben de çok severdim. Hem dershaneyi hem Yurdaer ağabeyi hem pırıl pırıl gitarlarını ve sürekli gülümsemesini. Dershanenin duvarlarını, onun gitarlı birçok fotoğrafı süslerdi. Kısa bir süre sonra benimle şarkılar yazdığımı ve de gitara olan ilgimi görünce ufacık telefon defterine adımın karşısına gitar hocası olabileceğimle ilgili minik bir not yazmıştı. Yıllar sonra profesyonel müzisyen olmadan önce Ses Dergisi’nde müzikle ilgili yazılar yazdığımda yakınlığımız daha da ilerlemiş ve program yaptığı Büyük Tarabya Oteli’nin müdavimi olmuş çok değerli eşi Serpil Doğulu ile de orada tanışmıştım. Tabii o yıllarda Ozan 10, Kenan ise 6-7 yaşında falan idi. Canan ise yeni doğmuştu. Yurdaer Doğulu’yu kaybedeli (19 Şubat 1987) 35 seneyi geçmiş. Dile kolay 35 sene. Ama hâlâ “Elveda Meyhaneci”, “Duydum Ki Unutmuşsun”, “Gündüzüm Seninle”nin enstrümantal yorumları gitara meraklı birçok bir gence yol gösteriyordur. Eğer hayatta olsaydı eminim çocuklarının onunla gurur duydukları gibi o da çocuklarıyla çok gurur duyardı. Vay be özlemişim Bakırköy’ü. Cem Karaca’yı, Tarık Akan’ı, Ayşen Gruda’yı, Yurdaer Doğulu’yu. Özlediğimiz bir başka ustanın, Yaşar Kemal’in dediği gibi “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”

Kalın sağlıcakla…