Kulakları sağır eden şiddetli patlamalardan sonra yine de elimizde o akşam AKM’de oynanacak tiyatro biletleri, korkarak ama kararlı bir şekilde Taksim Meydanı’na çıkmıştık

Bir zamanlar bir ülke vardı

SİBEL KÖKLÜ - @sibelkoklu1

Ünlü yönetmen Emir Kusturica’nın filmi Underground - Yeraltı, ‘Bir zamanlar bir ülke vardı’ diye başlar. Artık olmayan bir ülkede, Yugoslavya’da ikinci dünya savaşı sırasında geçen bir hikâyeyi trajikomik bir dille anlatan filmin 20 yıl boyunca unutulmayan son sahnesi ise adeta akıllara kazınmıştır. Üzerinde eğlenceli bir kır düğünü yapılan toprak parçası, kimse fark etmeden anakaradan kopup gider ki 90’lı yıllarda başlayan iç savaş sonucu parçalanan ülkeyi, Yugoslavya’yı simgeler.

Biz de uzun süre bu hisle yaşadık. Ülkenin güneydoğusunun anavatandan kopup gideceğini, parçalanacağını düşündük ama artık görüyoruz ki bu filme benzemeyecek bizim sonumuz. Bizim sonumuz olsa olsa yıllar süren bir iç savaş yaşayan Lübnan, Afganistan, Pakistan, Irak veya Suriye gibi olur. Birçok etnik yapıyı barındıran eski Yugoslavya bugün 7 ayrı devlete bölünmüşken, bizim bu kadar net çizgilerle ayrılmış bir fiziksel haritamız yok. Türklerle Kürtlerin bir arada yaşamadığı tek bir şehir bulmak mümkün değil. Zaten Kürt siyaseti de nicedir birlikte yaşamaktan, barıştan yana. Ama artık daha can yakıcı, başka bir sorunumuz var. Barış süreci bugüne kadar kesintili de olsa devam ederken, Irak ve Suriye’de dengeleri değiştiren Işid, Türkiye’nin de başına musallat oldu. Suruç’ta patlayan bomba, 20 Temmuz tarihini katliamlar listesine eklerken, hepimizin hayatını belki de geriye dönülmeyecek bir şekilde değiştirdi. Suruç’ta ölen 31 genç insan değildi yalnızca, insanlık da o gün bir kez daha öldü. Ezgi, Çağdaş, Büşra, Nazlı, Ece, Nartan, Koray ve diğerlerinin hikâyesi yüreğimizde derin izler bıraktı. Uzun süredir IŞİD’e destek verdiği için eleştirilen iktidar, Suruç katliamından sonra taktik değiştirerek IŞİD’i bombalamaya başlarken, birden operasyonun yönünü muhalif güçlere çevirerek yine sağ gösterip sol vurma yeteneğini gösterdi. Gözaltına alınanların sayısı bini geçerken, polisle çatışmaya girdiği iddia edilen genç bir kadın evinde yargısız sorgusuz öldürüldü.

7 Haziran 2015’de gerçekleştirilen seçimle tek başına iktidar olma gücünü kaybeden hükümet hiçbir şey olmamış gibi ülkeyi yönetmeye devam ederken, iktidarı bırakmamak için neleri göze alabileceğini de açıkça göstermiş oldu. ‘Mutlu olamayanların ülkesinde bugün’ başlıklı yazımda (Bkz.21 Haziran 2015 tarihli BirGün Pazar) Türkiye’nin seçim sonuçlarıyla birlikte uçurumun kıyısından döndüğünü ama hala arkadan ittirenler olduğunu ifade etmiştim. Şimdi hep birlikte uçurumdan aşağı yuvarlanmaya başladık… Bu süreçte doğru düzgün politikalar üretilemezse uçurumun dibini göreceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.

Ortadoğu’dan mezhepçilik ve etnik köken taşıyan fay hatları ne yazık ki, bir türlü mutlu olamayanların ülkesi Türkiye’den de geçiyor. Sadece sınır bölgelerinde değil, bütün büyükşehirlerde her an bombaların patlayabileceğinden söz ediliyor. Bu söylemlere yavaş yavaş alıştırılıyoruz, öyle ki maazallah batıda büyük şehirlerde, kalabalık yerlerde bomba patlasa kimse şaşırmayacak. Son bir haftada yaşadıklarımızı düşününce, hızlandırılmış bir savaş sürecine doğru arkadan itildiğimiz aşikâr. Yüzümüzü Batı’dan Ortadoğu’ya çevirmiş duruyoruz ve kaçınılmaz sonumuzu bekliyoruz.

İSTANBUL'DA BOMBALARIN PATLADIĞI GÜN

Binlerce yıl önce kurulan kadim şehir İstanbul, 2003 yılında tarihinin en büyük intihar saldırılarına uğramış, patlatılan bombalarla 53 kişi ölmüş, 750’den fazla kişi yaralanmıştı. İlk saldırılar Şişli'deki Bet İsrael Sinagogu ile Beyoğlu'ndaki Neve Şalom Sinagogu'na, ikinci saldırılar ise Levent’teki HSBC Genel Müdürlüğü binası ile Beyoğlu'ndaki İngiliz Başkonsolosluğu'na düzenlenmişti. El-Kaide’nin Türkiye yapılanması tarafından gerçekleştirilen saldırılarda bomba yüklü araçlar kullanılmıştı. Patlamada ölen İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short’un, İslamla mücadeledeki yoğun tecrübesi ile Irak, Suriye, Türkiye ve İran'daki İngiliz siyasetini planlayan kişi olması nedeniyle hedef alındığı açıklanmıştı. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, Başbakanı Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan, son yıllarda İslam ile terörü bir arada anma gibi bir gayret olduğunu belirterek, "şahsen kanıma dokunuyor, huzursuz ediyor. İslami terör ifadesini duyduğum zaman buna tahammül edemiyorum, dayanamıyorum" demişti (Hürriyet, Almanak 2003).

Kulakları sağır eden şiddetli patlamalardan sonra Beyoğlu, sokağa çıkma yasaklarında bile görülmeyen bir şekilde ıssızlaşmıştı. Yine de elimizde o akşam AKM’de oynanacak tiyatro biletleri, korkarak ama kararlı bir şekilde Taksim meydanına çıkmıştık. Yaklaşık 200 kişilik salonda sadece 7 kişi vardı. ‘Salonda bilet almış tek kişi bile olsa oynarız’ diyen sanatçılar sahneye çıkıp, oyunlarını sahnelemişti…

Kıssadan hisse; ya mücadele edeceğiz ya da harita üzerinde kendimize gidecek yeni bir ülke arayacağız…