Konu turizm, olay mahalli de Muğla’nın Bodrum ilçesiyse gazetelerin fiyakalı başlıklarından sorumlu yazı işleri elemanları her vakit şu “yaratıcı” başlığı zihin çekmecelerinden çıkarıp sayfanın tepesine koyarlar:

-Turizmin başkenti Bodrum!..

Bu şirin Ege kasabasının nasıl bir “turizm cenneti/cehennemi” haline geldiğini en samimi biçimde İlhan Berk açıklamıştı:

-Hepimiz Balıkçı’nın (Cevat Şakir) narına yandık!

Kitaplarını Halikarnas Balıkçısı imzasıyla yayımlayan Cevat Şakir, Bodrum’a sürgün olarak gelmiş. Cezası bitince de burada kalıp 25 yıl yaşamıştı. Yani Bodrum sevgisinin kökünde bir mahkûmiyet ve çekilecek ceza vardı!..

Halikarnas Balıkçısı’nın ardından Bodrum’a yerleşenler tamamen “gönüllü sürgünler” olarak bu güzel, küçük, şirin kasabaya geldiler.

Şimdiler de (belediye başkanları dahil) herkes Bodrum’dan yana dertli:

-Eski Bodrum artık yok!

-İlk olarak ne zaman gelmiştiniz?

-Ooo çok oluyor 2010 falandı!!!

“Güler misin ağlar mısın?” durağı burası olsa gerek.

Her ilk gelen, güzelliğine vurulduğu ilçeyi ertesi yıl çok bozulmuş bulur.

Benim “Güzel Bodrum’um” ise 1970’lerin ilk yarısına denk geliyor. Halikarnas Balıkçısı’nı yakalayamamıştım ama üçüncü eşi Hatice Hanım’ı (1980’lerde) tanıma şansına sahip olmuştum. Bana Balıkçı’nın Gümbet’teki Türbetepe’de bulunan mezarını göstermişti. Balıkçı beni deniz gören bir yere gömün diye vasiyet etmişti.

Mavi Yolculuk kitaplarında mutlaka yer alan Çökertmeli Çakır Ayşe’yle de deniz kıyısındaki evinin bahçesinde oturup sohbet imkânım olmuştu. Tuna Baltacıoğlu, Azra Erhat’ın kitabını yüksek sesle bizlere okuyordu teknemiz Çökertme’ye yaklaşırken. Acaba yaşıyor mu kaygısıyla birbirimize bakarken, Ali Kemal Kaptan içimizi ferahlatmıştı:

-Ayşe Anne hayatta… Şimdi çıkar evinden bizim tekneyi görünce.

Sahile yaklaşan her tekneyle Çakır Ayşe yıllardır devam ettirdiği ritüelini tekrar ediyordu. Süngere gidip de dönmeyen sevdiği adam acaba bir gün bu tekneden iner mi?

Çökertmeli Çakır Ayşe onunla tanışmamızdan birkaç yıl sonra 1981’de o güzel gözlerini hayata kapamıştı.

Benim Bodrum’umda yatacak yer için rezervasyon falan yapılmıyordu. Kapıyı vurup “Ben geldim” diyerek yer soruluyordu. Pansiyon sahibi de önce “Ne içersiniz?” diyerek misafirlerini karşılıyordu. Eğer kendi pansiyonunda yer yoksa siz ayran, soğuk su ve çay-kahvenizi içene kadar komşu evlerin birinde mutlaka yer buluyordu.

Zeki Müren Halikarnas’taki evinden yürüyerek çıkar bütün çarşı esnafıyla selamlaşarak limana gelir, oradan Bardakçı’ya kalkan küçük dolmuş teknesine biner dolmasını beklerdi. Halkla birlikte, iç içe yaşayan bir yıldızdı Zeki Müren. Bardakçı’ya karayolu yoktu denizden gidilip gelinirdi. Bardakçı koyunda küçük bir motel vardı. Motorlar oradaki iskeleye yanaşırdı. Zeki Müren de gün boyu orada güneşlenip denize girerdi. Korumaları falan yoktu. Yanına gelen her hayranıyla sohbet eder isteyenleri kırmaz fotoğraf çektirirdi.

Bardakçı koyunun batıya doğru uzanan çakıllı sahilinin ortasında büyük bir meşe ağacının gölgesinde çay bahçesi bulunuyordu. Denize girenler serinlemek için meşe gölgesinde soğuk gazoz, ayran içerlerdi ahşap masa ve sandalyeler üzerinde. Gün battıktan sonra bu çay bahçesinde bira ve hafif alkollü kokteyller eşliğinde dans edenlere iki genç adam gitar çalıp şarkı söylerdi:

-Bodrum Bodrum!

Bu ikili daha sonra yanlarına bir arkadaşlarını da alarak MFÖ adıyla sahnelerde fırtına gibi eseceklerdi.

Adı hâlâ Demirciler Çarşısı olan yerde gerçekten de demirci dükkanları, torna-tesviye atölyeleri bulunuyordu. O sokağın ilk yeme içme mekanlarından biri olan “Kortan Restoran” da bir ODTÜ öğrencisi garsonluk görevini bitirince bağlamasını eline alıp “ODTÜ’lüler söz söyledi/Genel direniş eyledi” diye devrimci türküler söylerdi. Adı Tolga olan bu genci herkes çok severdi. Sadece onun için Kortan’a gidenlerin haddi hesabı yoktu. Bu kitle sevgisi sonraki yıllarda bütün ülkeye yayılacak ünlü sanatçı Tolga Çandar’ı herkes tanıyıp bilecekti.

Şimdi bir turizm cenneti/cehennemi olan belde böyleydi:

-Bir zamanlar Bodrum!