Toplumun ve toplumsalın kuruluşunda üç (3) sayısı önemlidir. Kısa yoldan ifade etmek gerekirse iki kişi ya da taraf bir ilişkiyi başlatmak için yetebilir. Ancak toplumsal sürdürülebilirlik, üçüncü bir konumun varlığını gerektirir. İki tarafla sınırlı bir ilişkide anlaşmazlık, toplumsalın çözülmesiyle sonuçlanır. Dolayısıyla doğruyla yanlışın, haklıyla haksızın ayrıştırılması, üçüncü tarafın hakemliğini gerektirir. Tam da bu nedenle üçüncünün ortaya çıkışı, ikiye bir eklemekten öte bir müdahale anlamına gelir; üçüncüyle birlikte toplum(sal) niteliksel bir dönüşüm geçirir.

Spor müsabakaları ve yarışmaların ayrılmaz parçası hakemlik kurumu bu türden bir üçüncü konumun sıkça verilen örneğidir. Bir antrenmanda arkadaşlarınızın gözü önünde ülke ya da dünya rekoru kırmanızın hiçbir önemi yoktur. Bu performansı, resmi bir yarışmada hakemler önünde göstermeniz gerekir.

Çocukluk tutkum futbolda, hakemlik kurumunun sembolü Doğan Babacan’dı! Kararlarına itiraz etmek yürek ister ve kırmızı değilse de sarı karta hazır olmayı gerektirirdi. Her maçta kırmızı kart birkaç kez cebinden çıkardı. Türkiye’yi Dünya Kupası karşılaşmalarında ilk kez temsil eden de dünya kupasında ilk kez kırmızı kart gösteren hakem de oydu! Bir Avrupa Kupası yükselme maçında Atletico Madridli 3 oyuncuyu birden saha dışına göndermesi uluslararası bir olay olmuştu.

Maçların biraz da Doğan Babacan için seyredildiği bir ortamda aldığı kararlar ve maç sonucu sadece maç esnasında ve sahada tartışılır, ertesi günlere sarkan tartışmalar olmazdı. O zamanlar futbola inanır, Doğan Babacan’a güvenirdik.

Türkiye sınırları dışında çıktığımızda, futbol ve hakemlik kurumu açısından tarihin en sansasyonel olaylarından biri, Maradona’nın 1986 çeyrek finalinde Arjantin’in İngiltere’yi 2-1 yendiği maçta attığı ilk gol ilginç bir yerde durur. Maç sonrası “elle mi attın?” diye sıkıştıran gazetecilere Maradona, “Tanrı’nın eli” cevabını verir. Anılarında da söz ettiği gibi geri planda Falkland Savaşı ve orada öldürülen Arjantinli gençlerin hayaleti dolaşsa da Maradona, elle attığı gol için “Tanrı’nın eli” (en büyük üçüncü otorite) demek ihtiyacını duyar. O da bilir ki ana kaydedilen, büyük öteki tarafından tanınmadığı ölçüde tarihe kaydedilmeyecek ya da başka türlü kaydedilecektir.

Ne var ki liglerde karşı karşıya kaldığımız aldatmaca ne Maradona’nın yaratıcılığını taşıyor ne de o eller Tanrı’nın eli! Eller kirli ve oyunlar çirkin. Bu nedenle uzunca bir süredir futbol maçlarını seyretmiyorum. Birçokları gibi ben de ne maçların sahada kazanıldığına inanıyorum ne de hakemlik kurumuna!

Üçüncü pozisyonun aşınmasından doğan güven sorunu o derece büyük ki, bu aşınmayı onarmak için büyük kaynaklar harcanarak kurulan yüksek teknolojili VAR sistemi ve aldığı kararlar, kısa sürede hakemlerden daha yoğun biçimde sorgulanır hale geldi! Televizyon kanallarında tartışmalı pozisyonları çözmek için gösterilen VAR kayıtları traji-komik biçimde saatlerce tartışılıyor.

Kısaca futbolda da birçok alanda olduğu gibi üçüncü pozisyonun tahribinin yarattığı sonuçları yaşıyoruz. Bir kez yitirince VAR demek de yetmiyor!

Devlet Bahçeli’nin “milletin mahkemesi olmayacaksa derhal kendini feshetsin” değerlendirmesini dinlerken düşündüm bunları! Anayasa Mahkemesi yerine hakemlik kurumu üzerine yazmak geldi içimden!

Son söz gazetemle ilgili; güven ilişkilerinin ve toplumu ayakta tutan kurumların bu derece aşındığı bir ortamda BirGün, savunduğu değerler ve yaptığı işle dimdik ayakta duruyor. Onu geleceğe taşımak hepimizin görevi, o yüzden buradan okurlara bir çağrı da benden: Lütfen abone olun ve #BugünBirGüneAboneOl mesajını çevrenizle paylaşın.