Diyanet İşleri Başkanlığı’na geçen yıl devredilen tarihi Bomonti Bira Fabrikası‘nda yıkım sürüyor. Alana dini kültür merkezinin yapımına başlanması bekleniyor.

Bira Fabrikası'ndan Bomontiada ve Diyanet'e: Değerlerimiz üzerinden sermaye birikiminin ideolojik dönüşümü!

T. Gül Köksal*

İki hafta kadar önce (12.07.2020) BirGün Pazar’ın bu sayfalarında “Müzeden Camiye Ayasofya: Siyasal İslami İdeolojinin Yeni Aracı!” başlığı ile Ayasofya’nın cami olarak kullanım kararı üzerinden bir değerlendirme yapmış ve şunu demiştim; “Mart ayından bu yana Türkiye’de de etkilerini yaşadığımız küresel salgında, sınıfsal tabakalanmanın daha da görünür olduğu, eşitsizliklerin 'yeni normal' adı altında hızla yeniden üretildiği, adaletin ayaklar altına alındığı, hak savunucularının türlü yeni baskılara maruz kaldığı ve burada say say bitmeyecek onca toplumsal, siyasal sorun içinde, aslında tam da bu sorunların göbeğinden türeyen bir sorunsalımız daha oldu Ayasofya üzerinden”. Bu yazının mevzusu ise özde Ayasofya’nın başına gelenlerden hiç de farklı değil. Tarihsel geçmişi bir asrı geçen Bomonti Bira Fabrikası’nın gündemimize yeniden düşmesi Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilen ve 1940’larda inşa edilmiş olan eski malt binası, silo, arpa temizleme binası ve kazan dairesinden oluşan dört yapıdan birinin yıkım görüntülerinin karşımıza çıkması nedeniyle oldu. Gündemimize yeniden düşmesi diyorum çünkü yerleşkenin kısa dönem içerisinde gördüğü müdahaleler sadece bununla sınırlı değil. Hepsine kısaca bir göz atmakta yarar var.

FABRİKA’NIN BOMONTİADA ‘ÇEKİM MERKEZİ’NE DÖNÜŞÜMÜ

1890’da İsviçreli Bomonti Kardeşler tarafından özel teşebbüs olarak inşa edilen bira fabrikası bölgenin sanayileşmesinde de öncü bir role sahip. Mimari biçimlenişi, üretim sistemi ile döneminin kayda değer özgün örneklerinden biri olan Fabrika, tarihi, teknolojik özellikleriyle erken dönem endüstriyel üretim değeri taşıyan bir yerleşke. 1990’lar başına kadar faaliyete devam eden Fabrika, o tarihlerde ülkede etkin olan sanayi yapılarının özelleştirilmesi/kapatılması hamleleri kapsamında işlevsiz kalıyor. Fabrikanın komşuluğundaki bölge 1998’de turizm merkezi olurken Fabrika da korunması gerekli kültür varlığı olarak ulusal envanter sistemine giriyor, yani tescil ediliyor. 2004 yılında Çağdaş Sanatlar Müzesi olması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrediliyor.

Bölge 2005’te Merkezi İş Alanı (MİA) olarak ilan ediliyor ve yüksek imar hakkı veriliyor. 2006’da tahsis ihalesini belirlenen fiyatın kat be kat üstünde IC Holding alıyor, alanda otel kongre merkezi inşası onayı çıkıyor. O tarihten sonra Hilton Bomonti Otel ve Kongre Merkezi ile birlikte Rixos, Sinpaş, Tahincioğlu, Ant vb. çok sayıda sermaye birikim aracı olan gayrimenkuller bu alanda inşa ediliyor. 2014’te Doğuş Grubu, Efes, Pozitif ve d.ream ortaklığı ile tarihi fabrikanın büyük bir bölümünü kapsayan, yeme-içme, eğlence sektörüne, yani tüketime hizmet eden Bomonti Kültür ve Eğlence Merkezi A.Ş., nam-ı diğer Bomontiada’yı kuruyor. 2019’da da Yapı Kredi isim sponsorluğu ile Yapı Kredi Bomontiada ismi veriliyor. Diğer bir deyişle önce üretim alanının etrafı metalaştırılıyor, ardından eğlence-tasarım sektörüyle Fabrika yerleşkesi kullanım değeri yerine değişim değeri üzerinden metalaştırılıyor. Vasıf Kortun, Cem Yegül, Alexis Şanal gibi yaratıcı danışma kurulu üyeleri, Sanalarch, PAB Mimarlık, Han Tümertekin gibi tasarımcılar “Making Place” gibi “iyi tasarım” projeleriyle alanın metalaşmasını meşrulaştıran, batı sermayesinin kazancına kazanç katan işler yapıyorlar.

ÇEKİM MERKEZİNDEN İNANÇ MERKEZİNE

Küresel kapitalist üretim ilişkilerinin Türkiye bağlamı olan siyasal İslam ise bu aşamada devreye giriyor. 2019’da yerleşkenin yukarıda adı geçen dört yapısı Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrediliyor. Halil Onur bu yapıların mescit, yurt, sergi salonu, katlı otopark olarak kullanılmasına ilişkin bir proje hazırlıyor. Bu arada belirtmekte ciddi bir fayda var. Halil Onur, Gezi Direnişi’nin önemli mevzularından biri olan Taksim’deki öneri Kışla projesinin mimarı. Sadece bu da değil. Aynı zamanda UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne kabul edilmiş İstanbul Tarihi Yarımada’nın Alan Yönetim Başkanlığı’nı da yapıyor. Burada hepimizin bir durup mesleki etik ilkeleri dikkatlice düşünmesi sanırım yerinde olur...

Öte yandan yerleşkenin devredilen dört yapısının tescile gerekli görülmemesi, kurul tarafından yıkıp yeniden yapma (rekonstrüksiyon) kararlarının çıkması, yıkımla ortaya çıkan kanserojen madde asbest gibi burada detaya giremeyeceğim hayli netameli başka mevzular da var. Ancak sadece şunu söylemekle yetineyim; salt bu yerleşke için değil, Mecidiyeköy Likör Fabrikası gibi örneklerde de karşımıza çıkan bir sorunsal var. Akademisyenler tarafından yapılan bilimsel üretimlerin, raporların vb. açık kaynak olarak maalesef kamuoyu ile paylaşılmaması, tüm detayların ilgili kurul arşivlerinde tozlanıyor olması, mesleki ortamımızın, eleştiri kültürünün gelişmesine karşı çok can sıkıcı şeyler. Bilimsel üretimlerin kimin yararına yapıldığını tekrar tekrar sorgulamamız lazım. Egemenler lehine mi, toplum/halk yararına mı bilgimizi, yeteneğimizi kullanıyoruz? Mesleki etik ilkelerimiz neler?

FABRİKA KİMİN DEĞERİ, KİMİN KENT HAKKI?

Soruma hiç oyalanmadan cevap vereceğim. Bomonti Bira Fabrikası bir endüstri mirası olarak, tarihsel, teknolojik, kentsel, emek vb. değerleri ile hepimizi değeri, hepimizin hakkıdır! Biliyoruz ki somut kültürel değerler, somut olmayan nice değerin taşıyıcısıdır. Bu değerleri deneyimleyecek olanlar ne sadece Bomontiada’da vakit geçirebilecek parası olanlar, ne de sadece dini bir tesis olarak Halil Onur projesinin yararlanıcıları olmalıdır. Kültürel alanları, ortak değerlerimizi korumanın, yaşatmanın yolunun mevcut üretim-bölüşüm ilişkileri içinde sermayedarsız olmayacağı bize dayatılıyor olabilir. Ancak Bomonti Bira Fabrikası tescil edilerek devletin koruma sorumluluğuna girmiştir. Oysa biz bugün hükümetten, Çevre Şehircilik, Diyanet, Kültür ve Turizm gibi bakanlıklardan kültürel değerlerimizi korumak için mücadele ediyoruz. Dikkat edelim, burada ciddi bir sorun var. Bu soruna samimiyetle eğilmezsek dün Ayasofya, bugün Bomonti, yarın da başka bir ortak değerimiz için yakınmaya, ağıta devam edeceğiz. Bu sorunun failleri sadece iktidar ve sermaye de değil. Buna izin veren, sessiz kalan, bilimsel, mesleki üretimlerini batı veya siyasal İslami sermaye birikimi lehine yapanların da oturup bir düşünmesi lazım.

Bu yazıyı 12.07.2020 tarihli BirGün Pazar’daki yazımın son kısmı ile bitirmek istiyorum. Çünkü olgulara politik-ekonomik, sosyal vb. geniş bir perspektiften bakarsak Ayasofya ve Bomonti ile ilgili sözler çakışıyor. Dünyada da ülkemizde de ideolojik, sınıfsal, etnik, dini, toplumsal cinsiyet vb. çatışmaların körüklendiği, kapitalist üretim ilişkilerinin bu kasıtlı ayrıştırmalardan beslendiği bir ortamda ihtiyacımız olan şey tüm ayrımları, eşitsizlik ve adaletsizliği ortadan kaldırmaktır. Burada mesele ettiğimiz şey ortak değerlerimizi yaşatmak ise bu değerlerimizi var eden tüm çelişki, çatışma, benzerlik, farklılık vb. bilgisi ile bunları herkesin yararına sunmalıyız. Kurul dosyalarında tozlanan bilgiler yerine, toplumun her kesimine açık bilgiler üretmeliyiz. İdeolojik dayatmaların, egemenlerin “mimarı” değil, eşit ve adil bir yaşamın tesisi için emeğimizi vakfetmeliyiz. Mesele nasıl bir dünyada/ülkede, ne şekilde yaşamak istediğimiz ile ilişkili bir sorunsal. Karar verici egemenler karşısında, bu sınıfa ait olmayan hepimizin, insanlığın, insan dışı canlıların, doğanın ezilen, sömürülen olduğunu görebilirsek eşit, adil ortak bir yaşamın kolektif tesisi için sermaye birikimine türlü biçimlerde hizmet etmememiz orta/uzun vadede hepimizin yararına olacaktır. Zira ortak değerlerimiz kişisel menfaatimiz değil, müşterek kamusal menfaatimizdir...

*Mimar-koruma uzmanı-kent hakkı aktivisti, Doç. Dr. (KOÜ Mimarlık’taki görevinden 1 Eylül 2016’da barış imzası nedeniyle ihraç edildi).