Yüzde on barajı, darbe dayatması: Anti-demokratik, gayrı adil, ayırımcı, dolayısıyla da bölücü; akan kanda önemli rôlü var. Barajı savunan herkes aslında insanlarımızın canına kastediyor demektir.

AKP, Hazine Yardımını da baraja endeksleyerek, 30 yıllık kan dökümünü sonsuza kadar uzatmayı deniyor; ‘Kürt açılımı’ydı, ‘terörle mücadele, siyasetle müzakere’ gibi içi boş panayır çığırtkanlıklarını da neo-liberalizmin ‘kan dökmeden edemez’liğini gözlerden gizlemek için piyasaya sürüyor.

Sen hem 12 Eylül’ün bütün melûnluklarına, sonuna kadar da değil, sonundan da öteye sahip çık, hem de darbecilerden hesap soruyorum ayaklarına yat: Çok ayıp ve nankörlük, o iki emekli paşanın şahsında bütün darbecilere karşı. Aslında çok ilkel/sığ/çiğ bir oyun: Darbeciliği askerlere indirgeyerek, akıllarınca, darbenin getirdiği zulüm ve kandan en az silahlılar kadar sorumlu Özal’ı kurtarmış oluyorlar; dahası sivilliği üzerinden adamı demokrat ilân ediyorlar: Darbecilerin kılavuzu/başbakan yardımcısı/bezirganı Özal, liberalimin demokratı.

Bunlar güya darbeye karşılar; ama askerî dönem dayatması siyasî partiler kanunu da yerli yerinde; dahası, bu melûn yasayı, ön seçim zorunluluğunu ve tercihli liste imkanını ortadan kaldırıp lider sultasına tümüyle açık bir ceberrutluk trampleni hâline getiren de, asker değil, yine sivil-demokrat Özal. Bu arada şunu da hatırlayalım: Askerlerin eski parti liderlerine ve ileri gelenlerine getirdiği –sorgu, sual ve yargısız- siyaset yasağını, bu yasağın baş sahibi Evren dahi “artık kalksın” dediği hâlde ısrarla savunan, Meclis’te kaldırılabilecekken referanduma götürüp bütün ‘no, no’şlarını meydanlara salarak en seviyesizinden bir karşı kampanya düzenleyen, yani Evren’e rağmen Evrencilik yapan da yine aynı Özal.

Ve işte bu Özal, Erdoğan takımının demokrasi kahramanı; ama bunlar Bölükbaşı’nın Millet Partisi’ni seçim arifesinde,  şeriat düzeni kurmak üzere irticaî faaliyette bulunuyor diye kapattıranın da kendi aziz demokrasi şehitleri Menderes olduğunu da bilmezler, bilenleri de saklar: İsmet Paşa’nın, Hitler daha pos bıyıklı bir onbaşıykenki bıyığına Hitler bıyığı deyip akıllarınca Paşa’yı nazi ilân edenler de zaten bu cahil/tahrifçi güruh değil mi ki. Ancak şunu da unutmayalım: Menderes’i gerici/şeriatçı (da) diye deviren çetenin ilk yaptığı işlerden biri, Türkiye radyolarına ezanlı, tekbirli, ilahili sahur programı koydurtmak olmuştu; ki, bunu Menderes yapmış olsaydı, idamının baş gerekçesi olarak gösterirlerdi.

Neyse, ‘ileri demokrasi/yeni Türkiye’ hokkabazlığı konusuna geri dönelim: Gerek siyasî partiler kanununu, gerekse barajlı sistemi değiştirmek için, değil yeni bir anayasa, en ufak bir anayasa değişikliğine bile gerek yok. Bu yasaları değiştirmeden ‘yeni/sivil/demokratik bir anayasa yapmak’tan bahseden, ya herkesi kandırabileceğini sanan, ya da kendisi kandırılmış bir canlıdır.

Herkes bunlara kanmıyor ama, kanan da çok: Darbe anayasasından kurtulacakmışız. Her şeyden önce şunu söyleyelim: AKP, herhangi bir darbe yönetimini aratmıyor. Başbakanın DTP’li milletvekillerinin elini sıkmaması, kendileriyle görüşmemesi, darbeci askerlerinkinden daha az darbeci/’millî irade’ karşıtı bir tavır değildi. Başbakan daha sonra bu milletvekillerine verilmiş/verilecek oyları ‘şaibeli’ ilân etti; seçimlerden önce de sadece partiyi değil, ona oy verenlerin tümünü terorist. Seçimlerden sonra ise gemi iyice azıya aldılar; milletvekilliği çalarak, başta seçilmişler olmak üzere binlerce insanı gestapovari gösteriler ve baskınlarla içeri atarak Meclis’in ve diğer meclislerin tam mevcutlu toplanmalarını engellediler/engelliyorlar; ki bu, söz konusu meclislerin nicel olarak kısmen, hükmî kişilikleri açısından ise tamamen feshi. Meclis’i iktidarsız ve itibarsız kılmak için de her şeyi yapıyorlar: Başbakanın Meclis içinde arkasında kalabalık bir koruma ordusuyla dolaşması, aslında Meclis’e hem en büyük hakaret, hem de açık açık bir göz dağı: Altmışlı yıllarda Turan Feyzioğlu’nın, CHP genel sekreteri ve başbakan yardımcısı olarak Meclis kürsüsünden milletvekillerini ‘kapıda bekleyen zinde güçler’le tehdit etmesi kadar vahim, haysiyet kırıcı ve kabûl edilemez. Meclis’ten naklen televizyon yayınının sınırlandırılması, AKP’li fedainin kürsüdeki Kamer Genç’e saldırıp başbakanın iltifatına mazhar olması, başbakanın bir diğer adamının başkanlık kürsüsünden millete ‘has…tir’ çekmesi, yine başbakanın adamlarının toplu halde komisyon basıp adam dövüp tekmelemeleri, reislerinin de “anladıkları dilden konuştuk” diyerek bu zorbalıkla övünmesi ve en son/somut darbe olarak başbakanın polisinin Ahmet Türk’ün gözünde patlayan yumruğu.

Ne yeni anayasa, ne de 3. Köprü; her şeyden önce biraz ar, edep ve terbiye.