Biraz daha pilav?

ZİHNİ BAŞSARAY / zihnibassaray@gmail.com

Bazen evde sessizce oturup acaba şu anda moralim çok bozuk da farkında değil miyim diye düşünüyorum. Çünkü eğer moralim bozuksa ve buna alıştığım için pek de canımı sıkmıyorsam bu çok ciddi bir sorundur. Ancak 8 Kasım 2008 günü öğlen saatlerinde ortada böyle bir sorun olmadığına kanaat getirip evden dışarı çıktım. Şimdi bakınca muhtemelen sonbahardan dolayı üzerime çöken kasvet, o dönemde bana içinden çıkılmaz psikolojik bir dehliz gibi geliyordu. Zor durumdaydım.

Pendik’teki evimizden çarşıya doğru inip bir tur attım ve Pendik’te yapacak çok fazla şey olmamasından dolayı sinemaya gittim. Pendik’te her zaman gittiğim (çünkü başka yoktu) sinemada oynayan filmlere bakıp hemen birinci salona bilet aldım. Aslında filmlere bakma meselesi sadece bir alışkanlıktı çünkü sinemanın yalnızca birinci salonu film izlenebilecek rahatlıktaydı. Geri kalan salonların perdelerinden daha büyük televizyonlar bugün her 5 beyaz yakalının 3’ünün kredi kartı ekstrelerinde mevcut.

Birinci salondaki film ıssız bir adamın hikayesini anlatıyordu. Bir gazoz ve çikolatayla birlikte filmi izlemeye başladım. İzledikçe metabolizmamda garip değişikliklerin olduğunu görüyor ve bundan son derece etkileniyordum. Süper ekonomik koşullarda yaşayan bir adamın kadınlarla arasındaki bağlanamama sorununu kendime yontuyordum . Gereksiz iç sıkıntım anlam kazanmaya başlamıştı çünkü çok konforlu bir dertlenme sebebi bulmuştum. Bendeki sıkıntı olsa olsa böylesine yarım kalmış bir aşk hikayesinin sıkıntısı olabilirdi. Hızlıca özlemem gereken bir eski sevgiliye ihtiyacım vardı. Bu kişi aynı zamanda civarda ve kolay erişilebilir olmalıydı çünkü filmden sonra karşılaşmamız gerekirdi. Düşünmeye başladım.

Kimi özlüyor olabilirim diye düşünürken aklıma Tülin geldi. Filmi izlerken bir taraftan da Tülin’i özlemek için gayret ediyordum. Filmin sonunda salondan Tülin’i çok özlemiş ve O’ndan sonra hayatımdaki her şey değişmiş gibi hissederek ayrıldım. Bu yarım kalmışlığa bir son vermem gerekiyordu ancak nasıl yapacağımı bilmiyordum. Zaten genel olarak hayatta istediğim şeyleri nasıl yapacağıma pek karar veremem. Biraz durur beklerim, kendi kendime bu konular üzerine kafa yorarım. Ancak vaktim yoktu çünkü hava kararıyordu ve annemlere birlikte yeriz diye söz vermiştim. En azından azıcık hatıralarım canlansın diye Tülin’in daha önce gitmiş olduğu dershanenin önüne gidip bekledim. Fütursuz bir özlemin içinde kaybolacağımı düşündüm ancak aklıma 3-4 hatıradan fazlası gelmedi. Onlar da pek öyle havalı hatıralar değildi.

Yaklaşık 45 dakika boyunca suratıma tokat gibi çarpacak hatıraları bekledikten sonra annem aradı. Eve gelirken kasap Mesut Abi’ye uğramamı istiyordu. Hayatla olan hesaplaşmamı bile yarım bırakmamı sağlayacak, benden hayatla ilgili hesap soracak bir tek annem, babam, kardeşim, dedem, babaannem, halalarım, arkadaşlarım, teyzem, lise arkadaşlarım, Önder Abi, dostlarım falan derken toplasanız 20-30 kişi falan vardı ve annemle babam bu listenin başında geliyordu. Hayatla olan hesaplaşmamı yarım bırakıp yürümeye başladım. Evimize uzanan upuzun caddede yürürken bir taraftan da kendi kendime Tülin’i düşünmeye çalışıyordum. Arada aklıma komik şeyler gelse de baya bir düşündüm.

Mesut Abi güzel Beşiktaşlı’ydı. Çevremde elinde satır olan bir Beşiktaşlı varsa kendimi rahat hissederim. Mesut Abi annemin siparişlerini hazırlarken Beşiktaş’tan muhabbet ediyorduk. Takım o sezonun sonunda iki kupa alacaktı ama o aralar Mesut Abi’nin gördüğü bazı taktiksel sıkıntılar vardı. Mesut Abi’ye bu sıkıntıların giderilebileceğini, kendisinin de desteğiyle takımın sezon sonu şampiyon olabileceğini söyledim. Biraz gururlanır gibi oldu. Siparişleri paketlemişti ki dükkanın önünden Seçil geçti. Daha doğrusu dikkatli bakınca Seçil olduğunu anlamıştım. Seçil’le ilkokul zamanında fırtınalı bir aşkımız vardı. Kendisiyle bir dönem neredeyse her teneffüs bahçeyi turlardık. Bunun adı aşk olmalıydı ve böyle bir günün akşamında, yıllar sonra karşıma çıkması hiç şüphesiz tesadüf olamazdı.

Mesut Abi’nin dükkanda çiçek aradım ancak bulamadım. Bütün cesaretimi toplamıştım. Yarım kalan hikayem bu olmalıydı. Dükkandaki tek çiçek camekanın arkasında asılmış kuzuların kıçına taktıkları süs çiçeğiydi. Birden o çiçeği alıp Seçil’e doğru yürümeye başladım. “Seçil” diye seslenince arkasını dönüp bana baktı. Bana öyle yadırgamadan bakınca ben de bir duraksadım. Bu sahnede tarafların duyguyu daha yüksek hissetmesi lazımdı. Oysa Seçil’de hiç ifade yoktu. Sonra bendeki ifade de kayboldu ama artık seslenmiş bulundum. Naber nasılsın falan diyip ayrıldık. Çiçeği yerine koymak ve paketi almak üzere Mesut Abi’nin yanına döndüm.

Parayı verdim, çiçeği koydum, eve gittim. Annem yemeği halledip bizi masaya çağırdı. Gündüz ne yaptığımı sorunca O’na son derece samimi şekilde mana ile dolduramadığım bir iç sıkıntısının içinde kavrulurken yarım kalmış bir hikayem olup olmadığını düşündüğümü ancak bu hikayeyi bulamadığım için kasvetime bir anlam veremediğimi söyledim. Ben bunları söylerken annem tabağıma pilav dolduruyordu. Gözlerimin içine bakarak şöyle dedi; “Biraz daha pilav?”. İşte o an, moralimin bozuk olmadığını iyice kavradım. Moralim hakikaten bozuk olsa annem kesin anlardı. Moralimin bozuk olmadığının verdiği huzurla yemeğime devam ettim.