Dünya futbolunun en şahsına münhasır isimlerinden biri Marcelo Bielsa. Deli mi dahi mi diye yılladır futbolseverlere papatya falı baktıran çılgın teknik direktör geçen hafta koltuğuna veda etti. Geçen sezonu dördüncü bitiren Marsilya’nın başına kim geleceği merak ediledursun, onun istifası aslında birçoklarını şaşırtmıyor ya, neyse...


“Peygamberler kendi toprakları dışında da büyüktürler” diye başlıyordu yıllar önce göz gezdirdiğim bir kitap. Brezilya’nın yetiştirdiği en büyük mimar Oscar Niemeyer’i anlatan yapıtın ilk paragrafı, ‘mimarinin peygamberi’ Le Corbusier’ye adanmıştı. İşte aynı kıtanın başka bir devi Arjantin’den gelen Marcelo Bielsa, bugün Şili’de neredeyse aziz mertebesinde.


Rosario’da 60 yıl önce doğan küçük Marcelo’nun kalbi, kısa sürede Newell’s Old Boys için atmaya başlamıştı. Babasının tuttuğu Rosario Central yerine onun ezeli rakibine gönül vermişti. Zaten hukuk ve politikaya bulaşmış Bielsa’ların meşin yuvarlak peşinden koşan tek üyesi de ondan başkası değildi.


Abisi ve kız kardeşi babalarının yolundan giderek bugünün hatırı sayılır politikacıları olacak, bizimkisiyse burnunun dikine gittiği yolda basamakları ikişer ikişer tırmanacaktı. Aşkı Newell’s formasıyla tanışsa da kısacık sürmüştü futbolculuk kariyeri. Alt liglerde topa vurmaktan vazgeçtiğinde sadece 25’indeydi. Hemen kendisini yetiştirmeye başlayan Bielsa, beden öğretmenliğinden yatay geçiş yaptığı futbol diyarında bu sefer şansını teknik direktörlükte deneyecekti…


Biricik aşkı Old Boys’un genç çocuklarını çalıştırarak başladığı antrenörlük kariyerinde kısa sürede A Takım’a yükseldi. Hayat yolunun ortasında şampiyonluk sevincini yaşatmıştı Newell’s camiasına. Çılgının 1992’de kulpundan tuttuğu Libertadores Kupası, penaltı atışları sonucunda Sau Paulo’ya gitmişti. Acıyı ‘annesinin ligi’nde elde edilen ikinci şampiyonluk hafifletmişti.


Meksika’da geçirdiği yıllardan sonra 1997’de ülkesine dönüp Velez Sarsfield’ın başına geçen El Loco (Çılgın) ertesi yıl Espanyol’u çalıştırmaya başlıyordu. Futbolcuların saçından sakalına, dişinden tırnaklarına takan ‘Nazi subayı’ Daniel Passarella’nın yerine Arjantin Milli Takımı’nın teknik direktörlük koltuğuna oturan Bielsa, 2002 Dünya Kupası’na erken havlu atılmasına rağmen pozisyonunu koruyordu.


Tangocular, 2004’te Copa America finalinde ezeli rakip Brezilya’ya boyun eğerken, Olimpiyat’ta gelen zafer teselli ikramiyesi olmuştu. 1928 Amsterdam Yaz Oyunları’nda finalde boyun eğdikleri Uruguay’dan tam 76 yıl sonra Olimpiyat altını kazanan Arjantin, kıtanın hasretini dindirmişti.

Bielsa Almanya’da ne yapar derken, gelen bir istifa birçoklarını şaşkına çeviriyordu. Halefi Jose Pekerman, Messi’nin turşusunu 2006 Dünya Kupası’nda kuradursun, o Şili’nin yıllık 1.5 milyon dolarlık teklifine evet diyordu. 1998’den bu yana ‘futbolun ramazanı’nı televizyondan izlemek zorunda kalan şarabın pek leziz olduğu mıntıkada artık iklim güzelleşebilirdi…


Oynadığı hücum futboluyla Dünya Kupası’na damgasını vuran Kırmızılar, ikinci turda belalıları Brezilya’ya boyun eğerken birçoklarının yüreği onlar için çarpmıştı. Takımın yapısında yaptığı değişiklikler rahatlıkla fark edilebilirken, nerede oynarlarsa oynasınlar, karşılarında kim olursa olsun, gösterdikleri karakter birçok futbolseveri büyülemişti.


Acaba tekrar Arjantin’e döner mi derken sözleşmesi uzatılıyordu. Şili’deki futbol siyasetini müteakip istifasını veren çılgın hocanın bir sonraki durağı Athletic Bilbao idi. Bask diyarında başta çiçek açtıran Bielsa, takımını 2012 Avrupa Ligi finaline taşıyordu. Arda ve arkadaşları Falcao’nun döktürdüğü akşamda güle oynaya kupaya ulaşmıştı. Ertesi sene tam bir hayal kırıklığıydı; mukavelesi uzatılmamıştı.


Marsilya’da harika başlamış, kötü bitirmişti. O açılıştan sonra takımı şampiyon yapsa, heykeli bile dikilebilirdi. Ama olmadı, sezonun galasından sonra ayrılık kararını açıkladı. Bir sonraki durağı neresi olur kestirmek çok güç zira ondan her şey beklenebiliyor; bu da onu birçoklarından ayırıyor.


Bielsa farklı mevkileri farklı zamanlarda çalıştırması ile de tanınıyor. Medyaya yakın ilgisi nedeniyle de dikkat çeken futbol adamı “Benim için en ücra köşedeki gazete ile en büyük televizyon kanalı aynı önem sahiptir” derken, özel röportaj vermek yerine basın toplantılarını epey uzun tutarak sporseverleri bilgilendirmeyi tercih ediyor. Sanki bu özelliği bile babasına kafa tutan küçük bir çocuğu anımsatıyor. Dünyanın yörüngesini umursamayarak 2010 Dünya Kupası’nda Şili’ye oynattığı futbol ise hâlâ hafızaları süslüyor.


Dahi mi? Kesin. Deli mi? O da kesin!