Bireyler maruz kaldıkları şiddet karşısında neler yapabilirler? Doğrusu eğer verili ortamda baskı koşulları ağır ve halkın örgütlü tepkisi yeterli değilse, düzenin siyasal ve hukuki kurumlarına başvurularak mağduriyetlerini bir parça da olsa giderebilmeleri mümkün değildir. Bugün karşılaşılan olgusal örnekler de bunu açıkça göstermektedir

Bireysel şiddet nasıl siyasal baskı aracına dönüşür?

Önder Kulak - Dr., Felsefe

Sokak ortasında bireysel bir şiddet olayına rastlamak bugünlerde pek de şaşırtıcı bir durum değil. Şiddetin bireysel kullanımı o kadar yaygın bir hal aldı ki, artık toplumun büyük kesimi tarafından kanıksandı bile. Bu kanıksamanın çok sayıda sonucu olduğu aşikâr. Örneğin ortada herhangi somut bir sebep bulunmadığında dahi, bireylerin çoğunun bir başkası karşısında daima gardını koruduğu görülebilir.

Bu durumun arkasında çoğunlukla bir tedirginlik hali vardır ve bu tedirginlik halinin maddi karşılığı, bireysel şiddet kullanımının engellen(e)memesi ve böylece sıradanlaşmasıdır. Bunun başlıca sebebi ise, düzenin siyasal ve hukuki kurumlarıyla şiddetin bireysel kullanımına -kendi meşruiyetini sarsmadığı sürece- “esneklik” tanıması. Böylece birey, haklı olsun ya da olmasın, bir başkasının kendisine zarar verme potansiyeli taşıdığına inanır. Bu nedenle de olası zarar verme fiillerine karşı kendini mümkün olduğunca sakınır. Dahası bir fiille karşılaştığında karşı koyar, ya da bir fiili bizzat kendisi başlatır.

Kategorik açıdan bireysel şiddetin kendisini olumsuz olarak nitelemek aleni bir yanılgı olacaktır. Zira şiddetin bireysel kullanımının olumlu ya da olumsuz bir içeriğe sahip olması, içinde bulunduğu koşullardan amaçladığı sonuçlara ve nasıl bir toplumsal gerçekliğe ait olduğuna göre değişkenlik gösterebilir.1 Bu yüzden ancak belirli bir bireysel şiddet formundan olumlu ya da olumsuz diye bahsedilebilir. Örneğin çalışmada açıklanması amaçlanan, bireysel şiddetin burjuva ideolojik tahakküme bağlı olarak şekillendirildiği kullanım, halk açısından olumsuz bir içerik taşır.

Bireysel şiddetin tanımlanması
Bireysel şiddet kullanımının toplumsal dolayımı sıklıkla ihmal edilir. Böylece şiddetin kaynağının dolaysız şekilde birey ya da bireyler olduğu düşünülür. Bu düşünce, bireyin eylemin taşıyıcısı olması ve dolayımına bakılmaksızın iradi kararının bulunması bakımından bir noktaya kadar doğrudur. Fakat eksiktir de. Çünkü bireyin toplumsal anlamda kim olduğunu sormaz ve tanımaz. Oysa bireyselliğin inşası, işbölümünden toplumsal bilinç biçimlerine, belirli bir sınıf aidiyetine bağlı bir toplumsallığa dayanır. Bireyin kendi aidiyetine aykırı düşünce ve eylem yapıları ise, egemen sınıfın kurduğu ideolojik tahakkümün etkisini gösterir. Bu noktada şiddetin bireysel kullanımının böylesi bir tahakküm marifetiyle nasıl siyasi bir baskı aracına dönüştüğü sorgulanmalıdır şüphesiz – ancak öncesinde soralım: Bireysel şiddet nasıl tanımlanabilir?

Bireysel şiddet kullanımı kimi zaman birbirinden ayrı, kimi zaman birbirine dönüşen, iki farklı forma sahiptir. Biri, bireyler arası “kişisel sorunlar”da ortaya çıkan, bireyin kendisinin, başkasının ya da belki bir ilkenin korunması dışında, başkasına kendini, sözgelimi isteklerini kabul ettirme veya belki bir gerekçeyle doğrudan zarar verme fiiline eklemlenen şiddettir. Bir anlamda şiddetin en yalın biçimidir.

Diğeri ise bireysel anlamda icra edilmesine rağmen, mahiyeti bakımından toplumsal olan bir şiddet kullanımını içerir. Bu noktada hakim ideolojinin ilkelerine uygun biçimde diğer bireylere yönelen bir şiddet söz konusudur. Baskıcı bir sınıflı toplumda, örneğin din, cins, etnik köken ve kültür ayrımcılığı ya da erk tarafından yapılan bir hedef gösterme koşulunda vuku bulabilir. Bunlar, otoriter ve faşist yapılarca, düzenin korunmasında özellikle dikkate alınan örneklerdir.

Baskı aracı olarak bireysel şiddet
Lefebvre bir baskı toplumunun ulaşabileceği son nokta için terörist toplum ifadesini kullanır.2 Burada terör kavramı, toplum nezdinde baskı ve zor araçları marifetiyle büyük korku uyandıran bir failin varlığını varsayar. Bu fail en başta meta bağımlı sınıflı toplumun kurucu bileşenlerinden oluşmakla beraber, düzenin savunusunu üstlenen herkesi bir bütün olarak kapsar. Böylesi bir toplumun belki de en mağdurları olan iktidarın ideolojik tahakkümü altındaki kalabalıklar da, bu kapsamın içindedir. Kaldı ki egemenler, halktan her bireyin, esas teröristlerin üstündeki dikkati dağıtacak şekilde, hem kendisine hem de başkasına zarar veren “teröristler”e dönüşmelerini amaçlar.

Bireyler ne kadar kendilerine ve halktan diğer kimselere zarar verirler ise, o kadar düzene dair bir farkındalık edinmekten uzaklaşırlar. Çünkü birey, ideolojik tahakküm araçları sayesinde, kendisine yönelen baskı ve şiddetten, onları ancak başkalarına yansıtarak kurtulabileceğine inandırılmıştır. Böylece bir başkasının kendisine zarar verme potansiyelini gözeterek, kendisinin de gerekli saydığı bir koşulda başkasına zarar verebileceğini düşünür. Bu düşünce adım adım düzenin tüm baskı ve şiddetini haklı çıkaran bir noktaya erişebilir. Örneğin kişi kendisini erkin yerine koyar ve onun yerinde olsaydı da aynı zulmü sergileyeceğini savunmaya başlar. O, bir farkındalık halinden gitgide uzaklaşırken, düzen de “onu bütüne, yani bir stratejiye, gizli bir erekliğe, sadece karar verici güçlerin bildiği, fakat hiç kimsenin gerçek anlamda sorgulamadığı hedeflere tabi kılar”3 – peki bu durum nasıl örneklenebilir?

bireysel-siddet-nasil-siyasal-baski-aracina-donusur-532041-1.
Halk, kendisi üstünde siyasi bir baskı aracına dönüşen bireysel şiddeti münferit örnekler olarak düşündüğünde bir yanılsamaya hapsolmuş ve böylece hedefin sadece bir başka birey olduğuna inanmış olur. Oysa böylesi bir olumsuz şiddet kullanımında, icra eden fail olan bir başka bireyden, ideolojik tahakkümü oluşturan tümel faile yönelmek, sonuç almanın biricik yoludur. Bu da Marx’ın deyişiyle, radikal olmak, yani “şeylerin köküne gitmektir.”



İmdi en sık karşılaşılan örneklerden ikisine bakılabilir. Mesela kendisini fiziksel ya da bilişsel anlamda geliştirecek, olanaklarını arttıracak olan bir eğitime, sözgelimi bir sanat eğitimine katılmak isteyen bir kadının, söz konusu eğitimde kadınların bulunmasının hâkim ideolojiye aykırı düşmesi sebebiyle, ailesi içinden bir ya da daha fazla birey tarafından olumsuz biçimde engellenmesi, dolayısıyla kadının iradesinin kırılması, sık karşılaşılan bir vakadır. Bu gibi bir engelleme karşısında kadının ısrarının akabinde şiddet kullanımı doğması muhtemeldir. Birey burada şiddetin toplumsal kullanımının yapamadığını yapar ve düzenin ideolojisine uygun düşeni yaşadığı alanda müdafaa eder; düzeni korur. Binlerce hane içinde aynı olayın tekrarlanması sonucunda ise, kadınların söz konusu eğitime katılmaları engellenmiş ve düzen istediğini almış olur.

Bir öncekinden farklı, iki bireysel şiddet formunun birbirine dönüşümünü gösteren ve yine sıkça karşılaşılan bir başka örnek ise, kişisel bir mesele sonucunda ortaya çıkan karşılıklı şiddet kullanımına hâkim ideolojiyi destekler biçimde bir ayrımcılık dolayımı eklenmesidir. Örneğin taraflardan birinin etnik kökeni, konuyla doğrudan ilgili olmamasına karşın anlaşmazsızlığın merkezine alınarak, kişilerden biri ayrımcılığa tabi tutulur ve haklı olsa dahi diğerleri karşısında geri adım atmaya zorlanır. Böylece ayrımcılığa uğrayan bireyin özelinde, bir etnik kökene mensup bireylerin yaşamlarını saran görünmez duvarlar bir kat daha güçlenmiş olur.

Bu iki örnek üstüne soralım: Bireyler maruz kaldıkları şiddet karşısında neler yapabilirler?
Doğrusu eğer verili ortamda baskı koşulları ağır ve halkın örgütlü tepkisi yeterli değilse, düzenin siyasal ve hukuki kurumlarına başvurularak mağduriyetlerini bir parça da olsa giderebilmeleri mümkün değildir. Bugün karşılaşılan olgusal örnekler de bunu açıkça göstermektedir. Bu durumda bireylerin halkın örgütlü kesimlerine başvurmalarının, her zamankinden daha büyük öneme sahip olduğu söylenebilir.

Baskıya karşı koymak
Adorno’nun da sıklıkla ifade ettiği gibi, olumsuz anlamda şiddet kullanımı esasen bir sürekliliğin parçasını teşkil eder.4 Bireyler sürekli şiddete maruz kalarak ya da bunlara sıklıkla tanık olarak, şiddetle özdeşleştirilmeye çalışılırlar. Bu noktada aldıkları eğitimden boş zamanlarını işgal eden kültür endüstrisine kadar hakim ideolojinin şiddet anlatılarıyla iç içedirler. Buna anbean karşılaşılan egemen şiddetin toplumsal kullanımının etkisi de eklenmelidir kuşkusuz.
Kendini verili kapitalist toplum ilişkilerinin korunmasına adayan devlet, kendi kullanımı ya da müsaadesi dışındaki tüm toplumsal şiddet aktörlerinin varlığını reddeder ve mümkünse onları ortadan kaldırmaya ya da en azından etkisizleştirmeye çalışır. Temsilcileri, her fırsat bulduklarında, örneğin basına brifing verirlerken, şiddetin devletin tekelinde olduğunu ve bu şiddet kullanımının adalet ve toplumun güvenliği gibi kimi “yüce ilkeler”e dayandığını tekrarlar dururlar. Bu tekrarlar aracılığıyla, icra edilen şiddetin sonuçlarının kalabalıklar tarafından daha baştan haklı kabul edilmesi beklenir. Bireyler üstündeki bu ısrarın mahiyeti bir örnekle daha iyi anlatılabilir.

Halkın örgütlü kesimleri, kendisine başvuran kadının ailesinde karşılaştığı ataerkil dayatmaya ve gencin mahallesinde uğradığı ayrımcılığa karşı koyar ve eğer halkın vakalar üstünden uyanan tepkiselliğini nitelikli biçimde bir araya getirebilir ise, düzen burada kendisi için bir tehdit unsuru hissedebilir. Çünkü bahsedilen koşulda, siyasal bir baskı aracı oluşturan bireysel şiddetin toplumsal mahiyeti teşhir olmuş ve halk esas faile yönelmiştir. Buna karşılık devlet, toplumsal anlamda şiddet kullanır ve sonuçlarını, içerikleri hâkim ideoloji tarafından belirlenen “yüce ilkeler” marifetiyle haklı çıkarmaya çalışır. Burası, düzenin toplumsal şiddet kullanımıyla sürece doğrudan müdahale ettiği, temsilcilerinin doğrudan söz konusu bireyler ve bir toplam olarak halkla karşı karşıya kaldığı, olumsuz şiddet icrasında bulunan kimseleri koruduğu yerdir. Öyleyse, ailesinde şiddet gören kadının da mahallesinde şiddet gören gencin de esas sorumlusu, bireysel ve toplumsal şiddet arasındaki bu bağın fark edilmesiyle alenen ortaya çıkar.

Halk, kendisi üstünde siyasi bir baskı aracına dönüşen bireysel şiddeti münferit örnekler olarak düşündüğünde bir yanılsamaya hapsolmuş ve böylece hedefin sadece bir başka birey olduğuna inanmış olur. Oysa böylesi bir olumsuz şiddet kullanımında, icra eden fail olan bir başka bireyden, ideolojik tahakkümü oluşturan tümel faile yönelmek, sonuç almanın biricik yoludur. Bu da Marx’ın deyişiyle, radikal olmak, yani “şeylerin köküne gitmektir.”5 Başka bir deyişle, hedefi “bataklık”a doğru genişletmektir.

1 Ayrıca işçi sınıfının elinde bireysel şiddetin salt olumlu olduğu ya da işçi sınıfının bireysel şiddete karşı olduğu gibi yorumlar da doğru değildir.
2 Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev. Işın Gürbüz, İstanbul: Metis Yayınları, 2007, ss. 159-168.
3 A.g.e., s. 163.
4 Örneğin bkz. Theodor Adorno, Negatif Diyalektik, çev. Şeyma Öztürk, İstanbul: Metis Yayınları, 2016, s. 305.
5 Karl Marx, “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı”, çev. Kenan Somer, Felsefe Metinleri içinde, Ankara: Sol Yayınları, 1999, s. 29.