Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

İki hafta önce Cumhuriyet gazetesindeki yazım yanlışlarından örnekler vermiştik. BirGün’de de her gün benzer yanlışlar yapılıyor. Yazım yanlışlarının böylesine sıradanlaşması üzüntü verici.

Editör ve düzeltmenlere bu konuda büyük görev düşüyor. Hiçbir haber ve yazı, gözden kaçmış “klavye yanlışları” düzeltilmeden sayfaya aktarılmamalıdır.

Bugünkü yanlışlar BirGün’den:

-“Camdan yağmuru izlerken, aklıma ilke gelen neredeyse bu kenti çeyrek asırdır yöneten, 1994’ten beri başkentin idaresine hâkim olan Melih Gökçek ve AKP yönetim tarzından mı şikâyetçi olsam diye düşündüm.” (L. Doğan Tılıç, “Ciddi bir problem yok…”, BirGün, 22 Mayıs 2018).

-“İstanbul 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’ndeki görülen duruşmaya davalı Kalben İncesaraç katılmazken tarafları avukatları temsil etti.” (“Kalben’in 200 bin TL’lik tazminat davasında karar” (BirGün, 24 Mayıs 2018, Kültür / Sanat sayfası).

-“Listenin tepesinde yer alan SUEZ’in beş farklı kıtada yaptığı işlerin toplama, 60 milyar dolar iken Limak İnşaat’ın Türkiye’de yürüttüğü projelerden kazancı 50 milyar dolara yaklaştı.” (“Dünya götürme rekoru!”, BirGün, 25 Mayıs 2018, birinci sayfa manşeti).

-“Yurtdışında getirilen devşirme sporcularla madalya almaya çalışıldı, sporcularımızın da büyük kısmı doping yaptı.” (“TAMAM Kürsüsü / Yoksulluğa, yasaklara hayır” (Lemi Çelik, BirGün, 25 Mayıs 2018).

-“Düşünebilir musunuz, başka yazarların yapıtları bir yana, kendi kitaplarımızı bile mahpus damlarındaki arkadaşlarımıza ulaştıramıyoruz!” (Attila Aşut, “Mektup ve kitap yasağı!”, BirGün, 11 Haziran 2018).

-“Hadi Mersin’den haberi yok diyelim, peki kendi kızının hangi yıl doğduğu bilmemesini nasıl açıklayacağız? (…) Bugün her şeyi yargıyı götürenler; bir gün siz de yargılanacaksınız, bunun farkına varın.” (Fikri Sağlar, “Promptera Şera girdi”, BirGün, 12 Haziran 2018).

-“Trabzon’da her okula bir yuve ve bir sokak köpeği” (28 Haziran 2018 tarihli BirGün’ün 2. sayfasındaki bir haberin başlığı”).

• • •

Okurdan da eleştiri var

Ali Durmaz adlı okurumuz da BirGün’deki dizgi yanlışlarının çokluğundan yakınıyor:

“Sayın Aşut, her zaman olduğu gibi dün de (18 Haziran 2018) yazınızı büyük bir zevkle okudum. Ancak gazetenin aynı sayısında aşağıdaki eksiklik veya hataları, sizin engin hoşgörünüze sığınarak yazmam gerektiğini düşündüm. Dostça kalınız. Saygılarımla.”

İşte onun anımsattığı yazım yanlışları:

“1- Sayın SelçukCandansayar’ın köşeyazısının son paragrafının ilk cümlesi “Türkiye ne acı ki bu iki durumu en çıplak haliyle yaşıyor ve hepimizi insanlıktan çıkmaya çağıran ses hala bağırıyor...” şeklinde olup, buradaki “hala”nın “hâlâ” olması gerekirdi.

2- “ABD’de festivale saldırı: 1 ölü” başlıklı haberin altbaşlığındaki “ABD’NİN” sözcüğü “ABD’nin” diye yazılmalıydı.

3- Sayın İbrahim Sirkeci’nin köşeyazısındaki “dükkan”sözcüğü “dükkân” olmalıydı.

4- Sayın Mustafa K. Erdemol’un yazısındaki dördüncü paragrafın üçüncü cümlesi, “Tahran ablukayı kıramadı için Husilere yardımı başka yollardan yapıyor” diye yazılmış. Bu cümle sanırım “Tahran ablukayı kıramadığı için Husilere yardımı başka yollardan yapıyor” biçiminde olacaktı.

5- “Bursa’da derelerden zehir akıyor” haber başlığı altında, “Nilüfer çayının... Nilüfer deresi... Ulubat Gölayağına... Bursa ovasında...” ifadelerine yer verilmiş. Türk Dil Kurumu’nun resmi internet sayfasındaki (tdk.gov.tr) “Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler” başlığının 14. maddesi, “Yer adlarında ilk isimden sonra gelen ve deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar: Ağrı Dağı, Aral Gölü, Asya Yakası, Çanakkale Boğazı, Dicle Irmağı, Ege Denizi, Erciyes Dağı, Fırat Nehri, Süveyş Kanalı, Tuna Nehri, Van Gölü, Zigana Geçidi vb.” şeklindedir. Dolaysıyla haberde geçen yer adlarının da “Nilüfer Çayı’nın... Ulubat Gölayağı’na... Bursa Ovası’nda... vb. biçiminde yazılması ve kesme işaretiyle (‘) ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Nilüfer Deresi ile Nilüfer Çayı ayrı yerler mi?”

***

Haftanın notu

Bugün, Sivas topluöldürümünün 25. yıldönümüdür. Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne katılan bir grup aydın, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin ateşe verilmesi sonucu katledildi. Kışkırtılmış kalabalıkların “Şeriat isteriz! Kahrolsun laiklik!” sloganlarıyla sokağa dökülerek gerçekleştirdiği topluöldürüm, Aziz Nesin’in ateist kimliği üzerinden kurgulanmış ve Tansu Çiller başkanlığındaki hükümet, kuşatma altında ölümü bekleyen insanları kurtarmak için hiçbir çaba göstermemişti. O yüzden de Sivas cankırımı üzerindeki “derin devlet” gölgesi bugün de sürüyor.

Sivas’taki şeriatçı kalkışma, başından beri “adi bir olay” olarak ele alınmış; 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan topluöldürüm, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ya da “bireysel adam öldürme” çerçevesinde değerlendirilmiş; binlerce kişinin örgütlü olarak yer aldığı kanlı olayın gerçek sorumluları ve eylemin ardındaki karanlık güçler ortaya çıkarılamamış, yalnızca maşalar ve piyonlar cezalandırılmıştır.

Sivas Davası her ne kadar “zamanaşımı” gerekçesiyle 13 Mart 2012 tarihinde hukuken sona ermiş olsa da toplumsal açıdan “bitmemiş bir dava”dır. Bu dava insanlığın vicdanında kapanmayan bir yara olarak kalacak; gerçek suçlular yakalanıp cezalandırılmadıkça Madımak Yangını’nın ateşi hiç sönmeyecektir.