Hatay Samandağ’ın dört bir yanında iş makineleri çalışıyor, hâlâ enkaz altında olanlar var. Depremzede Yılmaz “İlk üç gün yalın ayak, aç ve susuzduk” derken bir diğeri, “Bir başımıza bırakılmış gibiyiz” ifadesini kullanıyor.

BirGün deprem bölgesinden bildiriyor: Bir başımıza bıraktılar bizi
Fotoğraf: BirGün

Uğur ŞAHİN

Harap olmuş kent Defne’de, depremin 13’üncü günü… Gün, iş makinelerinin çalışmasıyla başlıyor. Şehrin birçok noktasında iş makineleri çalışıyor. Samandağ’a doğru yola çıkıyorum. Yol boyunca yıkıklar, enkazlar, kuyruklar… Enkaz önleri kalabalık değil. Yine de bazı noktalarda hem iş makineleri çalışıyor hem de bekleyiş sürüyor.


Samandağ’a varıyorum. Depremin yarattığı yıkım bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Neredeyse her sokakta bir çalışma var. Araçla bir yere gitmek mümkün değil. Uzun bir kuyruk görüyorum. Yurttaşlar ekmek alabilmek için bir fırının önünde bekliyor. Giren ihtiyacı kadar alıyor. Kuyruktakilerden biri Sadık Sağaltıcı. “Kimsenin aklı yerinde değil” diye başlıyor sözlerine. Sonrasında da şunları kaydediyor: “Herkes şok içerisinde. Kimse ne yaptığını bilmiyor. Benim evim yıkılmadı ama ağır hasarlı. Aynı binada 16 kişi öldü, komşularımızdı. Belediyeden ve hükümetten bir şey görmedik. Ama özel kuruluşlardan Allah razı olsun. Gıda sorunumuz çok yok ancak ne çadır var ne de bir şey… Adamı olan bir çadır buldu. Biz kendi imkânlarımızla branda serdik, onda yatıyoruz.”

Üç aile yeraltında

Sonrasında Emsal Tarhana ile konuşuyorum. Tüm ailesinin binası yıkılmış. Gözü yaşlı… “Bir ekmek almak için kuyruktayım” diyor ve ekliyor: “Üç aile gitti, konuşamıyorum bile. Hepsi memur ve öğretmendi, yeraltında kaldılar. Kuzenlerimdi. Hiçbir yardım gelmedi. Çadır gelmedi, kendi çabamızla naylon serip baraka yaptık. Küçücük bahçeye çadırlar kurduk. 3-4 bin TL verdik o çadırları bahçeye kurmak için.” Kuyruğun ilerisinde, kimisi arabasına evlerinden çıkardığı eşyasını koyuyor, kimisi evinin önünde bekliyor. Hemen yanıbaşımızda bir enkaz var. İş makineleri çalışıyor. Bu esnada Semra Şeb ile Hayriye Dalgıç ile görüşüyorum. Şeb’in de gözü yaşlı… “17 yıldır hiç dolabım yoktu, dolabı taktık, deprem oldu” diyor. Şeb, şöyle devam ediyor: “İçeride eşyam yok zaten. Dolabı indirebilsem yeter.”

Semra Şeb, depremde beş akrabasını kaybetmiş. Enkazlarına kendi imkanlarıyla ulaştıklarını söylüyor, “Ölülerimiz var, duygularımızı kaybettik. Naylonla kaplanmış bir serada kalıyoruz şimdi-lik” şeklinde konuşuyor. Daha sonra sözü Hayriye Dalgıç alıyor: “Herkesin beş ölüsü vardır en az… Kimse bir şey vermedi bize. Gıda, barınma, ısınma… Bir başımıza bırakılmış gibiyiz. Herkes kendi çabalarıyla seralarda kalıyor. “

Yalın ayak, aç, susuz

Riskli, ağır hasarlı binalara rağmen evlerden eşyalar alınıyor. “Bir daha bunları nasıl alabiliriz?” diyorlar. Yurdanur Yılmaz da evinin önünde. Şunları dile getiriyor: “Yardım çok geç geldi. Ben bu devlete düzenli vergi ödeyen biriyim. Ama böyle itilmek çok acıydı. İlk üç gün yalın ayak, aç ve susuzduk. Şu anda daha güvenli bir yere gitmek istiyorum.”

Yurdanur Yılmaz’ın kardeşi Sinan Yılmaz, ablalarına yardım için Antalya’dan Samandağ’a gel-miş. “Burada iki ablam var, evleri yıkıldı. Toplamda sekiz kişiyiz. Bize ‘Her şeyi bırakın, kampta kalın’ diyorlar. Yeğenlerimden bir tanesi özel eğitim öğrencisi, nasıl yapalım bunu? Gücü olan çadırı aldı, bize vermediler.”

Yılmaz, taşınma için 10 bin TL verdiğini aktarıyor. Buna benzer şekilde, başka bir taşıma firması-nın kısa mesafeye eşyaları 8 bin TL’ye taşıdığını öğreniyorum.

Cenazeler çoğaldı

Samandağ’dan Defne’ye dönüş yolu… Bahçeler, kurulu çadırlarla kaplı. Defne girişinde bir mezarlıkta duruyoruz. Burası bir mahalle mezarlığı. Fikret Mutlu Ant, burada bekçi olarak çalışıyor. Kendi evi Armutlu’da ama yıkılmış. Burada bir kulübede yaşıyor. Bir cenazenin gelmesini bekliyor. Mezarlık da depremden ziyadesiyle etkilenmiş. Duvarlar yıkık, mezar taşları yerde…Şunları anlatıyor Ant: “Mezarlık iki kısımdan oluşuyor biri umumi, diğeri özel. Umimi doldu, yer yok. Günde 13 kişi geliyor buraya. Mezarlık doldu ama Toygarlı’da bir yer daha var oraya yönlendiriyorlar. Orada çok yoğunluk var. Önceden haftada bir, en çok üç cenaze gelirdi. Şimdi öyle değil, cenazeler çoğaldı. Çok zor durumdayız.” Defne’ye karanlık çöküyor, etraf zifiri karanlık. Sıralı çadırların olduğu bir yerdeyim. Sobanın başında bir aile ısınmaya çalışıyor. Yanlarına gidiyorum ve konuşmaya başlıyoruz. Aktardıklarına göre, Elektrik Mahallesi’ndeki evleri çökmüş. Hasan Bulunmaz ile ailesi, enkazdan kendi imkanlarıyla çıkmayı başarmış. Şunları anlatıyor Hasan Bulunmaz: “Lavabolar hiç sağlıklı değil. Elektrik yok. Binamız yıkıldı, iki dairem gitti. Önce mahsur kaldık, kendi imkanlarımızla üçüncü kattan çıkmayı başardık. Herhangi bir yardım gelmedi. Oğlum alt kattaydı, onunla 10 saat sonra kavuşabildik. Bir komşumuzu, oğlunu ve kızını kurtardık ama eşini kurtaramadık. Deprem olduktan sonra üç kişi yağmurun altında şemsiyeyle bekledik öylece. Günlerce uyumadım.”

Araya eşi Türkan Bulunmaz giriyor. Eliyle bir tahtayı gösteriyor ve “Oğlum yağmurlar altında bunun üstünde yattı işte” diyor ve ekliyor: “İlk iki gün kuru ekmek yedik. Banyo yapma imkânımız yok. Hijyen problemi çok. Hastalıklar baş göstermeye başladı.”

***

Madenciler bugün geri dönüyor

Enkazdan 26 yaşındaki öğretmen Emine Akgül’ü 201 saat sonra sağ şekilde kurtaran Zonguldak’tan bölgeye giden Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Kozlu Müessesine bağlı madencileri ziyaret ediyorum. Onlar deprem bölgesine geç gönderilen madenciler… Bugün Hatay’dan ayrılmaları planlanıyor. Ateş başında konuşuyoruz. İlk sözü, ekibin şefi, Maden Mühendisi Hanefi Oruç alıyor: “Buraya varmamız perşembe sabahı buldu. Koordinasyonda aksaklıkların olduğu aşikâr. Kendi tespitlerimizle Defne’yi belirledik. Perşembe günü başladık ve öğretmen kızımız Emine Akgül’ü kurtardık. Artık bina başında bekleyen ailelerin sayısı azaldı, umutları tükendi sadece cenazelerine ulaşmak istiyorlar. Biz de hafif hafif çekilmeye başlıyoruz. Tüm mahalleleri görme şansım oldu. Çok fazla enkaz var. Gün geçtikçe iş makineleri artıyor. 1 hafta içerisinde kontrol altına alınır diye düşünüyorum. Madencilerin bir an önce sahaya inmeleri lazımdı. İkinci gün burada olmalıydık diyoruz.” Madenci Murat Kocaman ise şunları kaydediyor: “Askerliğimi 20 sene önce burada yaptım. O Hatay’la bu Hatay arasında çok fark var. Biz zaten bu işi yapıyoruz. İş kazaları oluyor arkadaşlarımızı çıkarıyoruz bunlara alışkınız ama keşke olmasa… Perşembe günü burada olabildik. Gelir gelmez hemen sahaya indik. Bize ‘Geç kaldınız, neredeydiniz’ diyenler oldu. Bunu da yaşadık. Bizim elimizde değildi.”