Bu başlığı tabii her yazıya başlık olarak yazmasak da her gün bir kaç kez söylediğimizi, bunun da adeta 'tek yol devrim' demek gibi doğal olduğunu ve ardarda söylendiğinde, 'tek yol devrim birgün mutlaka' biçiminde yeni bir slogan bile olabileceğini... İşte bütün bunları unutmuyoruz

Bu başlıkla bir yazı yazmış mıydım diye kendime sorarken, 'olsun, bir daha yaz!' yanıtını aldım o kendim dediğim arkadaştan. Demek ki 'bir dost' o ve yazmamı istiyor diye de kendime sevinç payı bile çıkardım bundan. 'Sevinç payı' dedim de...Bu 'dedim de' demeleri ne kadar çok sevdiğimi ise mümkünü yok anlatamam! Belki vardır diye kendimi ayartmaya çalışıyorum bir yandan da. Öyle ya 'neden olmasın canım, bir hal çaresi, bir orta yol, bir çıkar yol...' filan derken, uzatmamaya karar verdim. Ormanda 'geyik çıkabilir' işareti insanı heyecanlandırır ama “Geyikli Gece” şiiri bile bu günlerde insanı bir an şaşkınlığa uğratabilir. Küçük çaplı diyelim.

Sevinç payı. Çocukken dedemizin, babamızın diktirdiği takımlardan bize de bir pantolon dikimine yetecek kadar kumaş payı çıkarsa, ona sevinç payı derdik. Yok, tam böyle demezdik ama bayram ederdik. Hep artırılan şeyler. Küçük insan, ortahalli aile, dargelirli işçi-memur terbiyesi ya da görgüsü. İsraf etmemek gerek. Annelerin gözleri konuşur ama bir o kadar da elleri konuşur. Ev emekçisi elleri. Anne hünerleri ya da hüner anneleri. (Bakınız: Behçet Necatigil, Sennur Sezer şiirleri.)

Bu başlıklı bir yazıyı, şimdi hatırladım, Radikal'in eski güzel günlerinde, kültür-sanat sayfasında 'açık mektup' yazarken, 'BirGün'ün çıkışını kutlamak için kaleme almıştım. Hoşgeldin ve Birgün mutlaka demek için. Radikal'de o sıra yazan ne çok yazar meğer 'BirGün'ün çıkışını bekliyormuş, benim yazı günüm olan çarşambaya gelesiye iki ya da üç yazar köşelerini BirGün'e ayırdılar. Benim günüm geldiğinde ise GYY bu kadar BirGün coşkusunun fazla geldiğini düşünerek yazımın yayınına izin vermedi. Radikal'de 1998-2007 arası 10 yıl haftada bir köşe yazdım, yayımlanmayan tek yazım da odur.

Bu başlığı tabii her yazıya başlık olarak yazmasak da her gün bir kaç kez söylediğimizi, bunun da adeta 'tek yol devrim' demek gibi doğal olduğunu ve ardarda söylendiğinde, 'tek yol devrim birgün mutlaka' biçiminde yeni bir slogan bile olabileceğini... İşte bütün bunları unutmuyoruz. Unutmak ne kelime, galiba asıl bu zamanlarda gerekliymiş diye de düşünüyoruz.

Geçen yıl, şiirimizin ustalarından Ataol Behramoğlu'nun 50. şiir yılıydı, çeşitli etkinlikler yapıldı. Bunların birinde ben de Ataol abiye bir öneride bulundum. 50 yılı geride bırakmış ve artık hem toplumun hem şiirseverlerin belleğinden, dilinden düşmeyen bazı şiirleri yeniden yazma önerisi. Kuşkusuz bazı şiirleri ne yapsak yeniden yazamayız. Sözgelimi Dağlarca'nın ünlü “Savcıya” şiirini şimdi yeniden okumanın, tekrarlamanın alemi de var anlamı da, ama yeniden yazmaya kalkmanın anlamı yok. Okuyalım bir kaç dize: “Savcı, nedir düşündün mü?/Yazıları suçlu kılan?/Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı/Ama nedir çağlar üzre/Beni senden güçlü kılan.” Bu şiiri günümüze uyarlayabiliriz, hiçbir şeyin değişmediğini, tersine şiirin çağrısının daha acil, daha yakıcı olduğunu da görebiliriz böylece. Oysa biraz olsun eskise, modası hafiften de olsa geçti geçecek olsa daha iyi olmaz mıydı? Olmazmış, o yüzden bir nice zaman daha böyle seslenecekmişiz yargıya, adalete...

Ataol abiye “Birgün Mutlaka şiirini 50 yıl sonra yeniden yazsan!” deyince, o da 'ilginç olacağını, ama kendisinin değil, gençlerin yazmasının daha iyi olabileceğini' söyledi. Ben tabii üstüme alınmadım o yüzden buradan gençlere duyuruyorum! Turgut Uyar'ın “Yokuş Yola”, Edip Cansever'in “Mendilimde Kan Sesleri” gibi şiirler de yeniden yazılabilir kanımca. 1950'lerde Batıda 'hypertext' olarak, bir tür 'palimpsest' yöntemi gibi, şiirlerin yeniden yazılmasından başlayarak bir kitabın tüm şiirlerinden alınacak birer dizeyle yeni bir şiir oluşturmaya kadar pek çok olanak sunan bu yöntemi, Türkiye'de de şiir eleştirsinin öncülerinden Hüseyin Cöntürk denemiş. Ölümünün ardından Çağının Eleştirisi (yky) başlığıyla iki cilt olarak yayımlanan tüm yazıları arasında bu örnekleri bulabilirsiniz. Metin Celal'in yayımladığı “Özgür Edebiyat” dergisinde de Turgut Uyar'ın ünlü şiiri “Geyikli Gece”yi de şairler 'hipertext' yöntemiyle yeniden yazmayı denemişlerdi. 'Palimpsest', üzerindeki yazı silinerek yeniden yazı yazılan parşömen, 'Hypertext' ise 'üstmetin' olarak çevriliyor Türkçeye.

'Birgün Mutlaka' şiirini 50 yıl sonra bir başka biçimde yeniden yazma zamanı geldi işte. Ne diyordu Ataol Behramoğlu, “Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislam!/Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bunu söyleyeceğiz bin defa!/Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla/ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda/Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla/Yürüyeceğiz çoğala çoğala...”

Şimdi tıpkı şiirin dediği gibi, coşkuyla yürümek için, çoğala çoğala yürümek için, Birgün Mutlaka şiarının büyümesi ve gerçekleşmesi için, o kadim geleneği, halk geleneğini, Anadolu'nun iş yapma, hep birlikte bir ucundan tutma, omuz verme geleneği 'imece' olanağı var önümüzde. Bu 'imece' gazetemiz BirGün'ün yaşaması, nefes alması, yolun önünde yürümesi ve onunla birlikte çoğalmamız için bir olanak.

Nazım Hikmet'in Şeyh Bedreddin Destanı'nda dediği gibi, “Hep bir ağızdan türkü söyleyip/hep beraber sulardan çekmek ağı/demiri oya gibi işleyip hep beraber/hep beraber sürebilmek toprağı...” Birgün Mutlaka demeyi coşkuyla sürdürmek istiyorsak, BirGün'ü olanaklarımız elverdiğince desteklemeliyiz.